SEV Connect - Yaz 2021

82 CONNECT 12 Eda Kendirli ile çok kısa zamanda gerçekten çok hızlı ve doğru hareket edip, ilk etapta Türkiye’nin önde gelen tiyatro kurumlarıyla anlaştık; hemen arkasından da The Badau ve Nardis Jazz Club gibi Türkiye’nin en önemli iki caz kulübüyle işbirliği yaparak caz konserleri serisine başladık. Röportajı yaptığımız bugünlerdeyse 3D sanal müzemiz ve sergi salonumuz üzerinde çalışıyoruz. ACI’lıların yakından tanıdığı, pek çoğumuzun mezuniyet fotoğraflarını çeken Aykut Uslutekin de 42 yıldır çektiği caz fotoğraflarıyla ilk sergilerden birisini açacak Sahneport’ta. Tiyatro-seyirci-mekân ilişkisi bağlamında, geleneksel tiyatroda bugün nasıl bir değişim içinde olduğumuzu, Sahneport’un bu değişim içinde nasıl bir görev üstleneceğini öğrenebilir miyiz? Aslında pandemi bittikten sonra bir değişim olmayacak, her şey işleyiş olarak eskiye dönecek ki bunu da en çok ben istiyorum, çünkü bu eski işleyişi biz farklı bir noktaya taşıyacağız Sahneport olarak. Fiziken yapılan bir tiyatro oyunu, konser, artık sadece yapıldığı il ve salondaki seyircisine ulaşmayacak; livestream yoluyla tüm Türkiye’ye, hatta dünyaya bu etkinliği dijital olarak yayınlayabileceğiz. Nasıl West End, Broadway gibi kültürel kavramlar hayatımızdaysa, artık bizlerin de kültür sanatımızı başka ülkelere göstermemiz ve bir bacasız endüstriye dönmemiz gerekiyor sektör olarak. Bu yöntemlerimiz, bizim sadece pandemi çözümü olmayıp, ilerleyen zamanda da sanatçı ve sanat kurumlarına ekstra bilet, sponsor ve işbirliği gelirleri de yaratacak bir platform olduğumuzun en büyük kanıtı. Sanatçı ve girişimci, sanki hep birbirine uzak iki kavram gibi algılanıyor… Gerçek bir tiyatro sahnesi kurmakla dijital sahne kurmak açısından baktığınızda neler söylemek istersiniz? Aslında girişimci olmak tamamen oyunculuğun doğasında olan bir şey. Bir oyunu yönetirken, yapımcılığını yaparken veya karakteri yaratırken, sürekli yeni fikirler üretmeniz ve bunları uygulamanız gerekiyor. Bu da bence girişimcilik ruhundan çok da farklı değil. Nasıl bir girişimci yaptığı işi kanıtlamak için elindeki enstrümanları doğru kullanıyorsa, aslında bir oyuncu da işini en iyi şekilde yapabilmek için aynı amaç uğruna farklı enstrümanlar kullanıyor. Tabii ki, gerçek bir sahne kurmakla aynı şey değil dijital bir sahne kurmak. Öncelikle fiziki bir mekânın işletilmesi, doğru kurgulanması ve maliyeti dijital bir sahneden çok farklı. Ama dijital bir sahnedeki en büyük mücadelemiz, işbirliği yaptığımız her kurumu ikna etme noktasındaydı; çünkü daha önce bir örneği yoktu. Buradaki engeli de ortağımla birlikte yıllar boyunca kurduğumuz doğru ve güvenilir ilişkilerimiz sayesinde aştık. Belki fiziki bir sahne açsak bu kadar çaba sarf etmeden yapabileceğimiz işleri, ekstra bir efor ve heyecanla karşımızdaki kurumlara aktararak başardık. Yolumuzun çok uzun olduğunun ve başlangıçtaki başarımızın devamı için çok daha fazla çalışmamız gerektiğinin de sonuna kadar bilincindeyiz. Son olarak, ACI 1999 mezunları olarak sınıf bursu düzenlediğinizi duyduk. Siz de sanıyoruz sınıf temsilciliğini yapıyorsunuz. Sınıf bursu fikri nasıl doğdu? Sizce bağış ve bursların ACI için önemi nedir, mezunlara neler söylemek istersiniz? Öncelikle şuradan başlayayım; bağları sıkı olmayan bir ACI dönemi olduğunu hiç sanmıyorum. Yaşam şartları bizleri fiziken ayırabilir, ama 11-12 yaşında başlayan bu bağ, bizim dönem için 29 seneyi doldurdu. Arada okul müdürümüz Didem Hanım’la yaptığımız konuşmalardan birisinde bana söylediği şey çok doğruydu: “Mezun olunca yeni bir hayat için herkes yelken açıyor, kendini arıyor, kariyer hedeflerinin peşine düşüyor ve ne zaman bu süreçlerin oturmaya başladığını görüyor -bu da genelde 15’li-20’li mezuniyet yıllarına denk geliyor- o zaman anlıyor ki, en büyük bağı ACI bağı ve uzaklaşmış olsa bile geri dönüp sımsıkı sarılıyor ACI Ailesine.” Bu tespite katılmamak elde değil. Burs fikrinin temelindeyse, 2001 yılı Mart ayında elim bir trafik kazası sonucu çok erken kaybettiğimiz, canımız Bekir Doğu var. Sadece ACI’99’luların değil, tüm okulun çok sevdiği Bekir’imiz, bu organizasyonun temel çıkış noktası oldu. Bu yüzden, iki yıldır büyük bir azimle yürüttüğümüz bir organizasyon, “ACI’99 Bekir Doğu Bursu.” Onun anısının yaşaması, bizler için çok değerli. Çok inandığım bir sözdür: “Bir insan, adı son kez söylendiğinde gerçekten ölür.” Bizler de onu ölümsüz kılabileceğimiz her konuda adını anmaya devam edeceğiz. Teknik açıdan kâğıt üzerinde sınıf temsilcisi olarak benim adım var, ama bu organizasyonu Azra Erözler Oğuzhan, Başak Başoğlu, Berna Hepağır Çam, Derin Elagöz, Gül Çorbacıoğlu, Nesteren Kesen Nalbantoğlu, Nitsa Çukurel Kapancıoğulları ve Özüm İlter Demirci’nin de bulunduğu dokuz kişilik bir ekiple yapıyoruz. Her yıl Nisan ayından Haziran sonuna kadar, sorumlu olduğumuz dönemdaşlarımızı arayıp bilgilendiriyoruz ve ödemelerin takibini yapıyoruz. Bu yöntemimiz ne mutlu bize ki, iki yıldır çok güzel çalışıyor. Benim açımdan, SEV ve okulların yetişenler dernekleri aracılığıyla yürütülen tüm burslar çok değerli ve anlamlı. Bizler şanslıydık ve Türkiye’nin en iyi okullarında okuduk. Çok başarılı ve insanlığa katkısı olacağı aşikâr bir gencin, sırf maddi imkânsızlıktan dolayı bu şansa erişmemesi bence çok üzücü bir durum. Bu burs aracılığıyla, en azından eğitimde fırsat eşitliğini bir nebze de olsa sağlayabiliyorsak, ne mutlu katkıda bulunan herkese. Bu yüzden, az veya çok demeden tüm dönemlerin elinden geldiğince, olmuyorsa bireysel olarak bir gencin geleceğine katkıda bulunmasını çok değerli buluyorum. Kültür&Sanat “2001-2002 senesinde ACI’a geri dönüp Lise Türkçe Tiyatro Kulübünü ve Lise 1 Seçmeli Drama sınıfını çalıştırmam, aslında ilk profesyonel işim diyebilirim. Tam da Enter to Learn, Depart to Serve öğretisine denk gelecek şekilde, okuluma geri dönüp hem ilk profesyonel paramı kazandım hem de beni ben yapan okuluma da katkıda bulundum.”

RkJQdWJsaXNoZXIy MjIxMTc=