SEV Connect - Yaz 2021
CONNECT 12 81 getirmişti ve işimizi layıkıyla yapmanın verdiği haklı gururu yaşatmıştı bana okulum. İstanbul dönemi ise yine 2004 Eylül’ünde başlayan “Haziran Gecesi” dizisiyle oldu. Dediğiniz gibi pek çok tiyatro oyunu, pek çok dizi, sinema filmi ve dünyanın ilk sinematik mobil oyununu sığdırma şansım oldu bu 17 yıla. Geriye dönüp baktığımda, içinde bulunduğum her iş gerçekten benim bebeğim gibiydi. Sonuçta ortada yazılı bir edebiyat eseri veya metin var, ama oradaki karaktere ruh katmak bu işin püf noktası ve sıfırdan oyuncu tarafından yaratılan bir karakteri bebek gibi büyütmek beslemek gerekiyor. Ama benim için öne çıkanları “Sezuan’ın İyi İnsanı”, ilk profesyonel oyunculuk deneyimim olan “Gülün Öpüşü”, ilk dizim “Haziran Gecesi”, ilk sinema filmim “Gomeda”, sırf Reha Erdem ile çalışmak için ufak da olsa içinde bulunduğum “Hayat Var”, 2008’de kendi kurduğum Kırmızı Tiyatro ile yaptığım “Kırmızı”, 2011’den 2019’a kadar sürekli kapalı gişe oynadığımız Zülfü Livaneli’nin romanından uyarlanan “Leyla’nın Evi”, 2. yönetmenliğini ve proje koordinasyonunu yaptığım “Süper İyi Günler” ve pandemi öncesi birlikte çalışmaya başladığımız Tuba Ünsal’ın yapımcısı olduğu Sabahatin Ali’nin ölümsüz eseri “Kürk Mantolu Madonna” oyununun proje direktörlüğünü sayabilirim. 17 yıl diyoruz, ama az önce de bahsettiğim gibi miladımı 1995 yılındaki “Düğün” oyununu aldığım için, aslında sahnede amatör ve profesyonel olarak 26 yıl geçmiş bir solukta. Bugünlere gelirsek sanatçı olarak sahne, sinema veya dizi dünyasında son çalışmalarınız nelerdir? Tabii pandeminin sahne dünyasına etkilerini de soralım aynı zamanda? Sinema ve dizi konusunda eskisinden çok daha seçiciyim açıkçası. Hem dizi sektörünün geldiği ve artık sektörün bile “yerli dizi yersiz uzun” diyerek isyan ettiği bir dünyada, gerçekten çok seçici olmak gerekiyor. O yüzden içinde olmaktan mutlu olacağım, kendimi iyi hissedeceğim projelerle ilgileniyorum. Sürekli bir görüşme içindeyiz, ama 2019’da ATV’de yayınlanan “Canevim” dizisinden beri biraz sabrederek beklemeyi seçtim. Sahne konusuna gelirsek; orası tam bir kanayan yara… Şu an ne yazık ki, pandemiden kaynaklı olarak tiyatro için sadece proje üretip, zamanı gelince uygulamaya geçmek için bekliyorum. Malum her sektör gibi biz tiyatrocuları da derinden etkiledi bu süreç. Pandeminin getirdiği kapanmalardan kaynaklı olarak, ilk etapta 2020 Haziran’a kadar olan 15’e yakın oyunumuz iptal oldu. Arkasından da sınırlı kapasiteyle açılan salonlarda “Kürk Mantolu Madonna” gibi büyük bir prodüksiyonun sergilenmesi, kapasite sorununa takıldı ve yaklaşık bir yıldır perde açamadık. 25 kişilik bir ekip, bir yıldır mesleğinden para kazanamıyor diyeyim, büyük resimdeki etkisini siz düşünün. Pek çok salon yeterli destekler verilmediği için kapanma noktasında, pek çok tiyatro ve tiyatrocu üretemedikleri, perde açamadıkları için ciddi bunalımda. Sonuçta bizler gerçekten sahneye çıkınca yaşadığını hisseden insanlarız ve bir yılı aşkın süredir nefes alamıyoruz… Sizin Sahneport adıyla bir dijital sahnenin kurucusu olduğunuzu öğrendik. Dijital sahne kavramı ve Sahneport.com nedir; nasıl ortaya çıktı ve şu an izleyiciler nelere ulaşabiliyor? Pandemi hepimizin alışkanlıklarını ve yaşam biçimini hiç ummadığımız şekilde silkeledi. İş modelleri, yaşam tarzlarımız değişti… Zaten yaşamakta olduğumuz dijital dönüşüm vites yükseltip hayatımızın iyice merkezine oturdu ve artık hiçbir yere gitmeyecek gibi görünüyor. Hatta bizler bile teknolojiyi içinde olmamıza rağmen sürekli takip edip, kendimizi geliştirmek zorundayız artık. Öyle bir kuşak geliyor ki, bizler teknolojiyle büyürken, onlar içine doğdular. Sahneport projesi de tam da bu dinamiklerden hareketle kuruldu. Aralık (2020) ayı başında çalışmaya başladık ve çok hızlı bir organizasyonla Mart ayında “Türkiye’nin Dijital Sahnesi” marka söylemiyle, www.sahneport.com platformumuzu seyirciyle buluşturduk ve Türkiye’nin ilk dijital kültür sanat merkezi olduk. Temel amaç, fiziki bir kültür sanat merkezinin yaptığı her şeyi dijitale taşımak. Tiyatrodan ve konserden tutun sergiye ve müzeye, sinema filmlerinden galalara webinarlara kadar, pek çok şeyi bünyesinde barındıracak bir dijital sahne yarattık. Sanatseverler, video on demand yöntemiyle, platformdaki tüm sanat eserlerine kullanıcı dostu bir arayüzle, tek tıkla, istediği yerden ve istediği zamanda ulaşabilecek. Ortağım ve kültür sanat pazarlaması alanında 10 yıla yakın deneyimi olan, Uniq İstanbul’un da eski Pazarlama ve Satış Direktörü • “Temel amaç (Sahneport ile), fiziki bir kültür sanat merkezinin yaptığı her şeyi dijitale taşımak. Tiyatrodan ve konserden tutun sergiye ve müzeye; sinema filmlerinden galalara, webinarlara kadar, pek çok şeyi bünyesinde barındıracak bir dijital sahne yarattık. Sanatseverler, video on Demand yöntemiyle, platformdaki tüm sanat eserlerine kullanıcı dostu bir arayüzle, tek tıkla, istediği yerden ve istediği zamanda ulaşabilecek.” Halim Bey, isterseniz mezunlarımıza sizi kısaca tanıtarak, tiyatroya gönül verme hikâyenizden başlayalımmı? Öncelikle tekrar sizlerle birlikte olduğum için çok mutluyum. Kısaca kendimi tanıtacak olursam; 1981 yılında İzmir’de doğdum. 9 Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Sanatları Bölümü Oyunculuk Ana Sanat Dalını birincilikle kazandım. 2003’te mezun olup yüksek lisansımı da aynı üniversitede yaptım. Tiyatroya gönül verme hikâyemse anaokuluna kadar dayanıyor. Anaokulu karnemde “olayları dramatize etmede başarılı” diye öğretmenimin yazdığı notun, belki de pek çok şeyin, daha 5-6 yaşındayken benim yolumu belirlediğini söyleyebilirim. Tabii ki, en önemli etmen, ACI’da her sene içinde bulunduğum Türkçe Drama Kulübü olsa gerek. 23 Şubat 1995’te, ilk kez bir Assembly saatinde Çehov’un “Düğün” adlı oyunuyla sahneye çıktım ve amatör ruhla profesyonel olarak tiyatro yapmaya başladığım o günü kendime milat olarak aldım. Arkasından 1998’de yine Türkçe Drama Kulübü’yle sergilediğimiz Bertolt Brecht’in “Sezuan’ın İyi İnsanı” oyunu ve yine aynı yıl İstanbul’a yaptığımız üniversite gezisinde Mimar Sinan Üniversitesi Tiyatro Bölümü ziyaretinde büyük usta, rahmetli Müşfik Kenter’in dersine katılmamız, benim kesin olarak oyuncu olma kararı verdiğim seneydi. Tüm bunları düşününce, ACI’ın tiyatroya gönül vermemde benim için çok belirleyici olduğunu söylemem yanlış olmaz. Sahnede geçen 17 yıl... Şimdi geriye baktığınızda sizce kilometre taşı diyebileceğiniz, en keyif aldığınız işler hangileri olmuştur? Evet doğru, profesyonel olarak ilk oyunum, yüksek lisansımın ilk senesinde Hollandalı bir ekip olan Rast Theater ile yolumun kesiştiği “Gülün Öpüşü” oyunuyla oldu. Ama 2001-2002 senesinde ACI’a geri dönüp Lise Türkçe Tiyatro Kulübünü ve Lise 1 Seçmeli Drama sınıfını çalıştırmam, aslında ilk profesyonel işim diyebilirim. Tam da “Enter to Learn, Depart to Serve” öğretisine denk gelecek şekilde, okuluma geri dönüp hem ilk profesyonel paramı kazandım hem de beni ben yapan okuluma da katkıda bulundum. O sene yaptığımız Güngör Dilmen’e ait “Midas’ın Kulakları” ve Aziz Nesin’in “Fırçacılarla Boyacıların Savaşı” oyunları oldukça ses
RkJQdWJsaXNoZXIy MjIxMTc=