SEV Connect - Sonbahar 2020

CONNECT SONBAHAR 51 “ANILARIMI YAZMAMA YARDIMCI OLUR MUSUN?” Meşhur, renkli, yaratıcı, yaşadıkları döneme damgasını vuran Şakir Paşa Ailesi’nin bir ferdiydiniz siz. Kişiliğinizin yapı taşları derin bir kültürel birikimle örülmüştü ve sonuçta siz, İsmet Kabaağaçlı Noonan, örnek bir insan olarak yetişmiştiniz! Çalışkan, üretken, yaratıcı, enteresan, kabına sığmayan, direşken köklerinizin kişiliğinizdeki izlerini yıllar içinde fark ettim. Sizi bir evladınız gibi yakından tanımam, evinizi ve özel yaşamınızı bana açmanızla oldu. Blake House’un bahçesinde bir gün, Beacon toplantısından sonra benimle konuşmak istediğinizi söylediğinizde; ne diyeceksiniz diye çok meraklanmıştım. Acaba bir hata mı yapmıştım; beni sevdiğinizi bilirdim ama çok disiplinli, sözünü sakınmadan doğruyu söyleyen yanınızı da... “Bahar, anılarımı yazmaya karar verdim, bana yardımcı olur musun?” dediğinizde, “Olurum ama neden ben? Benden çok daha başarılı yazan mezunlarımız var,” diye sorduğumda, sadece gülümsediniz o sevecen, insanın içini ısıtan gözlerinizle. “Sen kabul ediyor musun?” dediniz. Kabul etmem ne demekti? Ben teklifinizin güzelliğinden havalara uçuyordum... Bizim birlikte yazma serüvenimiz tam iki yıl boyunca, cuma günleri sabahtan akşama kadar sürdü. Siz zaten kitabı yaşamınız boyunca aldığınız notlarınızla, tuttuğunuz güncelerinizle, biriktirdiğiniz fotoğraflarınızla oluşturmuştunuz. Yıllarca bir arşivci gibi çalışmıştınız. Kitabınız hazırdı da, bir sekreteriniz ve bana yakıştırdığınız tabirinizle “kırbacınız” eksikti. Doğru söylüyordunuz, ben gerçekten sizi çalışmaya zorlayan kırbaca dönüşmüştüm çalışma programımızın sonunda. Yazmak için şartlarınız dayanılmayacak kadar zordu. John ileri yaşların beyinde yarattığı hasar dolayısıyla unutkandı; sizi yanından bir an bile ayırmıyordu. Her an ilginizi ve bakımınızı üzerinde istiyordu. Özellikle birlikte olduğumuz günlerde daha hırçınlaşıyor, yemeğini yemiyor, yerinde durmuyor, oturduğu yerden fırlayıp, kalkıyor; biz “dur aman düşeceksin” derken yere kapaklanıyordu. Siz, ben, bakıcı hanım; üçümüz dalyan gibi John’u ne yapsak kaldıramıyor, karşıdaki berberin, sürekli üzerine tavşan baskılı aynı kazağı giyen çırağını çağırmaya mecbur kalıyorduk. Tavşan baskılı kazağı forma edinmiş berber çırağı, alacağı bahşişin bolluğunu bildiğinden Hızır gibi yetişiyor ve John’u “hop” diye kaldırıyordu. Siz bir gözünüz John’da, bir gözünüz bende çalışmaya devam ederken gene John kıpırdamaya başlıyor, aynı ritüeller tekrarlanıyor, tavşan kazaklı berber çırağı gene salonun ortasında bitiyordu… Şimdi benim anlattığım trajikomik görünen hikâyeyi yaşamak ve o şartlarda yazmak kim bilir sizi ne kadar zorluyordu, ama siz öyle azimli, kararlı ve çalışkandınız ki, hiç durmadınız. Hiç mazeret bulmadınız, her hafta geleceğimi bildiğinizden önceden hazırlandınız. O yüzden adım “kamçı” oldu aramızda... Ben ise sizin bu azminizi gördükçe, ne kadar zor olursa olsun, şartları göğüslemeyi öğrendim. Benim görevim kolaydı; cuma günleri çalıştıklarımızı eve getiriyor, bilgisayarda yazıyor, düzeltiyor, işimi bitiriyordum. Oysa sizin “Ne büyük bir yürekmiş bu sizinki; içine tüm Bodrum’un denizini, deryasını, kuşunu, kurdunu, dağını, ağacını, kızını, kızanını sığdırmış. Bir de üstüne biz tüm ACI mezunlarını katmış…”

RkJQdWJsaXNoZXIy MjIxMTc=