SEV Connect - Sonbahar 2020

CONNECT SONBAHAR 31 bir üst pozisyona geçmek değildir), görev ve sorumluluklarınızın hep aynı kalıp zenginleşmediği, ne sizin şirkete ne de şirketin size değer kattığı ortamlarda gereğinden fazla ısrarcı olmamak lazım diye düşünüyorum. Kariyerinizin başından itibaren çok uluslu şirketlerde görev aldınız. Çok uluslu şirkette çalışmanın avantajları ve dezavantajları neler size göre? Benim için çok uluslu şirketlerde çalışmanın en büyük avantajı, dünyayı daha çok görme ve tanıma fırsatı sağlamış olmasıdır. Farklı ülke ve kültürlerden, tamamen değişik geçmiş ve sosyal çevreden gelen insanlarla birlikte olmak, kitaplardan öğrenemeyeceğiniz bir deneyim. Sonuçta ziyaret ettiğiniz ülke ve insanlarla bir bağ kurmuş oluyorsunuz. Kurduğunuz bağ sayesinde orada olup bitenlerle ilgili algınız artıyor, bakış açınız değişiyor. Bu deneyim, yeni girdiğiniz ortama ve tanıştığınız kişilere daha hızlı alışmanızı sağlıyor. Bununla birlikte global akımları, yenilikleri çok daha yakından takip etme şansı yakalıyorsunuz. Şirketin global ağından dolayı gerek sizin, gerekse rakiplerinizin dünyanın herhangi bir yerinde gerçekleşen aktivitesinden anında haberiniz oluyor. Yaklaşık yedi yıldır yurt dışında yaşıyorum. Bulunduğum bölgesel pozisyonlar gereği son üç yıldır gerek Avrupa içi, gerekse de okyanus ötesine hemen hemen her hafta seyahat ettim. Bu, herkesin yaşam stiline uyacak bir tempo olmayabilir. Aile hayatınızın, sosyal aktivitelerinizin buna uyumlu olması bir zorunluluk. İş-özel hayat dengesinde de bazen kantarın topuzunun fazla kaçtığı dönemler olabiliyor. Ajandanız global bir ajandanın parçası olduğundan, zaman zaman sizin için önemli günlerde ve yerlerde olma şansını kaçırabiliyorsunuz. Çok uluslu şirketler son zamanlarda daha merkezi bir sistem ve matriks yapılarla yönetilmeye başlandılar. Stratejik baba tarafından kalabalık ve birbirine çok bağlı bir ailenin parçası olduğum için çocuklukla ilgili hatıralarımda, neşe ve sevgi dolu resimler vardır. Benim hakkımda büyüklerim tarafından söylenen ortak şey ise “çok hareketli bir çocuk” olduğumdur. TAC’deki yıllarımı tarif etmek içinse herhalde sayfalar yetmez. Her anı çok özel, hayat boyu sürecek dostlukların temelinin atıldığı, beraber gülüp beraber ağladığımız, her şeyi birlikte doya doya yaşadığımız, paylaşmayı, arkadaş olmayı, birlik olmayı, sorgulamayı, doğru bildiğimizin arkasında durmayı, özgüvenli olmayı öğrendiğimiz yıllardı. TAC’ye has abi/ abla/kardeşlik kültürünü öğrendiğimiz ve bizden sonraki senelere aktardığımız bir dönem. Bana göre TAC’de, diğer okullara kıyasla daha zengin eğitim, kültür ve spor faaliyetlerinin sunulduğu ve kişinin kendi ilgi ve yeteneklerine göre kendini geliştirebildiği bir ortam vardı. Kendi adıma TAC’de geçirdiğim yıllar; biraz daha spor ağırlıklı, bekâr evim olduğu için yatılı arkadaşlarımı misafir edip yatakhaneye misafir olduğum, tezahürat ve aksiyonlu, akademik olarak orta şekerli (yani hem Texas-Tommiks hem de Lord of the Rings ’li) ama her anı bol “mavra”lı ve her zaman çok büyük özlemle andığım yıllardır. Bilkent Üniversitesinde İşletme okumuş, yüksek lisans içinse ABD’ye gitmişsiniz. Bugün bulunduğunuz pozisyonun köşe taşlarını daha o yıllarda oluşturduğunuz muhakkak. Peki, kariyerinizi hangi kriterleri göz önünde tutarak planladınız? “Köşe taşlarını daha o yıllarda oluşturduğunuz” cümlesi, biraz iddialı bir cümle. O dönemin şartlarında, ailemin bana sağladığı imkânlar ve kapasitem dâhilinde en iyi eğitimi almaya çalıştım. Bize öğretilen, “ilerlemek ve bir yerlere gelmek istiyorsanız, eğitim altyapınızın son derece kuvvetli olması gerektiği” idi. Ne şanslıymışım ki, bu ortam bana sağlandı. Kariyerim için de bu böyle olmuştur. Çalıştığım tüm pozisyonlarda elimden gelenin en iyisini yapmaya gayret ettim ve bu çabalar, içinde bulunduğum kurumlar tarafından ödüllendirildi. Benim en büyük şansım, kişiliğime ve yeteneklerime kıymet veren, kişisel değerlerimin şirket kültürüyle örtüştüğünü düşünen insanlarla aynı ortamlarda bulunmaktı. Bununla birlikte kişisel ilerlemenizin durduğu (bu illaki kararlar merkez tarafından alınıp, lokal organizasyonlardan alınan kararı uygulaması bekleniyor. Bu çalışma şekli, karar mekanizmasının bir parçası olup tüm süreci yönetmek isteyen, girişimci ruhu yüksek, çok esnek bir çerçevede çalışmayı amaçlayanlara uygun olmayabilir. Aynı zamanda karar alma süreçleri bazen çok uzayabiliyor. İşin yürümesi için yapıyı, sistemi, kültürü anlayana kadar sabırlı olmak gerekiyor, süreci yürütürken bazen motivasyonunuzu kaybedebiliyorsunuz. Beslenme ve sağlık sektöründe faaliyet gösteren şirketlerde görev aldığını görüyoruz; bu bir tercih mi, yoksa önünüze çıkan fırsatları değerlendirmenin bir sonucu mu? Babam doktordu ve muayenehanesi çoğunlukla evimizin altında ya da çok yakınındaydı. Her hasta geldiğinde kendimi babamla birlikte muayenehanede bulur, elimden geldiğince yardım etmeye çalışırdım. Görev yaptığı hastanelere sayısız kere gitmişliğim vardır. Kendimi bildim bileli çevremde doktor, eczacı ve benzeri sağlık profesyonelleri vardı ve doğal olarak bu sektöre karşı ilgi ve alakam her zaman yüksekti. Kariyerimin başlangıcında değişik sektörlere karşı ilgim olduysa da önüme sağlık sektörüyle ilgili bir fırsat geçtiğinde hiç tereddüt etmeden kabul ettim. Kendine has iç dinamikleri olduğu için de o paralelde faaliyet gösteren şirketlerdeki iş fırsatlarını değerlendirmeye çalıştım. Yaptığım işlerin özünde, mümkün olan en fazla sayıda insana gıda ve ilaç yoluyla sağlık ulaştırmak ve hayat kalitelerini artırmak var, bu da çalışmak için son derece tatmin edici bir amaç. Covid-19 salgınının çok uluslu şirketlerin iş yapışlarında ne gibi değişikliğe yol açabileceği hakkında öngörülerinizi öğrenebilir miyiz? İçinde bulunduğum da dâhil birçok "Benim için çok uluslu şirketlerde çalışmanın en büyük avantajı, dünyayı daha çok görme ve tanıma fırsatı sağlamış olmasıdır. Farklı ülke ve kültürlerden, tamamen değişik geçmiş ve sosyal çevreden gelen insanlarla birlikte olmak, kitaplardan öğrenemeyeceğiniz bir deneyim."

RkJQdWJsaXNoZXIy MjIxMTc=