SEV Connect - Sonbahar 2018
82 CONNECT SONBAHAR 1968 ILKBAHARININ SONLARINDA mezun oluyoruz! Sekiz yıllık ACI yaşamım, böylece son buluyor. Mezuniyet sınavları, üniversiteye giriş sınavları birbirini kovalıyor. Bu sınavlardan korkum yok, iyi bir öğrenciyim... Benim bütün heyecanımmezuniyet balomuz! O gece bizim gecemiz! Çok çok güzel olmalıyım. Bütün problemim tuvaletimin yakası; önden dekolte mi olsun, yoksa sırtı açık mı olsun? Günlerce düşünüyor, bir türlü karar veremiyorum. Elbette son kararı annem veriyor, “Bir genç kıza uygun, yakası paçası kapalı olsun” diye buyuruyor. Benim hayallerim bir başka bahara kalıyor... Mezuniyet balomuz Efes Oteli’nin büyük havuzunun başında. Biz kızlar kuğular gibi süzülüyoruz beyaz tuvaletlerimizin içinde; bazılarımız şişman kuğu, bazılarımız zayıf kuğu olsa da çok mutluyuz, neşeliyiz, cıvıl cıvılız... Çoğumuz, güzelim saçlarımızı günün modasına uyup topuz yaptırmışız. Başımıza bir baş daha ekleyen topuzlarımızı çok beğeniyor, ya topuzların yarattığı ağırlıktan ya da yüksek topuklu ayakkabılara alışık olmadığımızdan hepimiz bir garip yürüyoruz o gece... Diploma töreni başladığında, adımız söyleniyor, teker teker sahneye çıkıp, kırmızı fiyonklu diplomalarımızı alıyoruz ve inci kolye gibi sahneye diziliyoruz. Coşku içindeyiz! Ailelerimizle birlikte yemek masalarına oturmuyoruz; biz mezunlara ayrı büyük bir masa hazırlanmış, yerlerimize oturuyor ve birlikteliğimize kadeh kaldırıyoruz. Dans müziği başlar başlamaz babalarımız, erkek kardeşlerimiz, varsa nişanlılarımızla dans ediyoruz. Twist, ça ça ça, rock’n roll’da babalar bizden hızlı... Çok gülüyor, çok eğleniyoruz! Aklımıza, bu geceden sonra yollarımızın ayrılacağı hiç ama hiç gelmiyor. Bizimdünyamızın dışında başka bir dünyanın olduğu gerçeğinin farkında bile değiliz. Bizler öyle bir bağlanmışız ki, birbirimize hiç kopmayacağımızı düşünüyoruz. Aynı Kolejli kızlar olarak kalacağımıza, hiç değişmeyeceğimize inanıyoruz. Başımızda kavak yelleri, içimizde sonsuz bir umut, güzel günlere koşuyoruz. Geleceğimiz hep aydınlık olacak, kendi ışığımızı biz yakacağız. Özgüvenimiz sonsuz, sınır tanımıyoruz, çünkü öyle yetiştik. Aradan dört ay geçmeden, 1968 sonbaharında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrencisi oluyorum! İzmir’den Ankara’ya, bir gece boyu kara trenle gidip de, Mekteb-i Mülkiye ile tanışmam benim için büyük şok oluyor. Bu araya sıkışmış, Hukuk Fakültesi’nin yanındaki beton dar alan mı benim hayallerimi süsleyen, devlet erkânını yetiştiren anlı şanlı okul? İlk anda, ana binayı okulun girişi, idare sanıyor; içinde derslikleri olan diğer binaları arıyorum. Nerede benim ACI’da alıştığım bahçeler, kortlar, kütüphaneler, Blake Hall’lar, Taner Hall’lar, Bristol’lar, Parsons’lar? Aynı dar yerleşke içinde, kalacağım yurtlara çıkıyorum; yedi kişi aynı odada yatacağımızı, duşlara öyle her istediğim an giremeyeceğimi, banyoyu çok sayıda öğrenciyle paylaşmam gerektiğini öğreniyorum. Kimseyle odamı o güne dek paylaşmayan ben, şimdi yedi kişiyle birlikte yatacağım ve her sabah banyo için sırtımda havlu duş sırasında bekleyeceğim. Burası başka bir dünya... Gelecekteki arkadaşlarım, Türkiye’nin dört bir yanından gelen, çoğunlukla benden iki yaş genç; lehçeleri konuşur konuşmaz belli olan çocuklar. Hele Kıbrıslıların ne söylediğini hiç çözemiyorum. Hepimiz Türkçe konuşuyoruz, ama birbirimizi anlamak için zorlanıyoruz; dikkat kesilmemiz gerekiyor. Kantine indiğimde kendimi bambaşka bir dünyada buluyorum! Beni ilk irkilten sigara dumanı oluyor, çok sigara içen var, hatta kızlar ellerinde sigarayla ortalıkta dolaşıyor. Bense, kolejli cici bir kızım, okulum beni “lady” olarak yetiştirdi. Elinde sigarayla dolaşan kızları yadırgıyor ve ayıplıyorum. Bu tip kızları ilk görüşte reddediyorum. Erkeklerse bana ilk anda çok yabancı geliyor, ben bu tür erkeklerle hiç birlikte olmadım! Çoğu haki renk bir örnek parka ve postal giyiyorlar, Nazım’dan şiirler okuyorlar, Azeri türküleri mırıldanıyorlar. Devamlı “devrim, strateji, boykot” diyorlar; Marx, Engels, diyalektik materyalizm baş sohbetleri. Onların Edgar Allen Poe, Keats, Shelly’i hiç duymadıklarını sanıyorum. Hele Shakespeare’in sonelerinden haberleri bile yoktur eminim. Oysa ben Shakespeare’in sonelerindeki kadınlar üzerine bir yıl boyu “research” yapmışım. Kendimi bu kantindekilere, bahsettikleri konulara çok yabancı hissediyorum; içim daralıyor, odama kaçıyorum... Odamdaki Türkiye’nin ayrı yörelerinden gelmiş kızlarla da diyalog kurmam zor. Onlar da durmadan garip bir türmüşüm gibi beni inceliyorlar. Ben mi yabanım, onlar mı yaban bilemiyorum... Daha bir ay geçmeden, nasıl başardıysak bilmem, birbirimize yaklaşmaya başlıyoruz; eksilerimiz artılarımızla birbirimizin hakkında farkındalıklarımız gelişiyor. Aramızda iletişim arttıkça birbirimizden öğrendiğimiz çok şey oluyor. Değişik kökenlerden gelsek de ortak bir kültürel bağ oluşturuyoruz. Benim beğenilerim onların ilgisini çekerken, ben onların dünyasında çok şeyler keşfediyorum. Birbirimize yaklaştıkça, tanıyor; tanıdıkça birbirimizi sevmeye başlıyoruz. 1968 yılının sonunda ben artık sadece ACI mezunu değilim, Mülkiyeli de olma yolundayım... YATILI (OZAMANLEYLI DERDIK) olduğum ilk yılda, böylesine bir yaşantının bana katacağı değerlerden habersiz, şaşkın, ailesinden ayrılacağı için hüzünlü, heyecanlı, bir o kadar da nasıl sürdürüleceğine dair en ufak bir bilgisi olmayan bir çocuktum. Yaşıtlarımla, kendimden küçükler veya büyüklerle nasıl bir yaşantım olacaktı acaba, merak içindeydim. Yıllar su gibi akıp geçti. Bir baktım ki, 1968 yılına gelmişim, mezun oluyorum. Şimdi o yıllara geriye dönüp baktığımda, yatılı olmanın bana çok olumlu geri dönüşleri olduğunu görüyorum. Çocukluktan gençliğe geçiş yıllarında, BAHAR VARDARLI ( ACI’68) DÖNÜŞÜM GEÇİRDİĞİM YIL 1968… MERAL KINACI AKYAVAŞ ( ACI’68) YATILI BİR 68 MEZUNUNUN ANILARI...
Made with FlippingBook
RkJQdWJsaXNoZXIy MjIxMTc=