SEV Connect - Sonbahar 2018

SERPİL ULUDOĞAN ALPMAN (UA A’68) ÇABA 1967-1968… EĞITIMYILI... SON SINIF ÖĞRENCISIYIZ... Dünyada önemli sosyal siyasal değişimler oluyor. Ortaya çıkan yeni akım düşünceler, başta gençlik olmak üzere toplumda her kesimi etkiliyor... Gençler eldekiyle yetinmek istemiyor; hayal ettikleri yarınlara ulaşmak için mevcut uygulamaları protesto ediyor, düzenledikleri eylemlerle isteklerini adeta haykırıyorlar. Yıllarca disiplinli ve başarılı bir eğitim almış Üsküdar Amerikan Kız Lisesi öğrencileri, bir taraftan kendilerini üniversitelere giriş sınavına hazırlarken, diğer taraftan seslerini etkin şekilde duyuracak mekanizmaların arayışı içindeydiler. Bunlardan biri öğrencilerin kendilerini ifade edebildikleri okul gazetesi olamaz mıydı? 1968 sınıfından önceki yıllarda ablalarımızın da denediği, fakat süreklilik kazanmayan “ÇABA” işte bu amaçla ve birkaç kişinin olağanüstü gayretleriyle, ders yılı boyunca iki ayda bir yayımlanma başarısını elde etti. Beş sayı basıldı. Yazı yoluyla kendimi ifade etmekten hoşlanıyordum; edebiyat hocalarımın takdirini kazanmıştım. Üstlendiğim işleri sonuna kadar, maliyeti ne olursa olsun, başarıya ulaştırmak için gayret etmek yapısal özelliğimdi. Okul gazetemiz ÇABA’nın yeniden yayımlanması ve bizim sesimiz olması için yönetimine adaylığımı koydum. Arkadaşlarımın oyları ve okul idaresinin onayıyla Başkanlığa seçildim. Çok mutluydum. Yardımcı Başkan 1969 sınıfından Selmin Ürgün olmuştu. Sorumlu öğretmenimizse Edebiyat Öğretmeni Melâhat Elburz idi. Edison’un olduğuna inandığımız bir sözü motto yaptık: ”Şunu ya da bunu yapacağım deme, ne yapacaksan yap!” Sonraki yaşantımda gazeteci veya basın-yayın faaliyetleriyle ilgili bir meslek edinmiş olsaydım, herhalde bu mütevazı okul gazetesinin elde etmiş olduğu başarıyı ilk büyük başarım olarak takdim edebilirdim. Öyle olmadı, ben bir diplomat olarak meslek yaşamımı sürdürdüm ve 2015 yılında emekli olup Datça kasabasına yerleştim. Okul yılları çok geride kalmış, birçok anı belleğimde yavaş yavaş solmaya başlamıştı. Mezuniyetimizin içinde bulunduğumuz şu 50’nci yılında, sıcak duygularla okuduğumuz Connect dergisi sorumluları genç arkadaşlarımız bizden anılarımızı isteyince gençliğimdeki kısa gazetecilik deneyimime dair bazı hatıralar canlandı... 1967 sonbaharında, kışında ve İstanbul’un o güzelim bahar aylarında, yatakhane arkadaşlarım topluca sinemaya giderken benim kaç cumartesi gününü, tek başıma Cağaloğlu matbaalarında geçirdiğim gözlerimin önünde belirdi. Modası geçmekte olduğundan sayıları giderek azalan “tipo baskı” matbaalarından anlaştığımız birine, gazetemizde çıkacak yazı ve haberleri elden götürür, onları dizim operatörüne teslim eder ve beklerdim. Operatör seri şekilde kullandığı aletiyle metalden yükseltilerek imal edilmiş harfleri hızlıca ve gürültülü bir şekilde dizerdi. Sonra mürekkebi verir ve bir prova çıkarırdı. Bir köşede bu ilk baskıyı okur, hataları bulur, düzelttirirdim. Bazı günler dört sayfalık gazetenin tamamını başka işleri dolayısıyla bitiremez, ertesi cumartesi gene matbaa yoluna koyulmak zorunda kalırdım. İşin içine o kadar girmiştim ki, birkaç kere kendimin de ağır aksak harfleri dizdiğimi anımsıyorum. (Şimdi kişisel arşivimde sakladığım gazetelerde saptadığım yazım hataları benim elimden çıkmış olsa gerek...) Çizim ve fotoğraflar da özenle sayfa düzeninde yerlerini alırlardı. Gazetemiz basılıp okula getirilir ve dağıtılırken gelecek sayının hazırlığı çoktan başlamış olurdu... Bu, bitmeyen bir ‘çaba’ydı... CONNECT SONBAHAR 81

RkJQdWJsaXNoZXIy MjIxMTc=