SEV Connect - Sonbahar 2018

52 CONNECT SONBAHAR kronolojinin ne kadar gerekli olduğunu daha net anlıyoruz. Son dönemde yaşanan kitlelere yönelik katliamları unutmaya başladık bile. Milliyet gazetesi, dönemin ikonlarından... Abdi İpekçi’nin yayın yönetmenliğinde yayınlanıyor. Gençler pek bilmez; Milliyet o yıllarda, Le Monde kadar, The Guardian kadar nitelikli, Batılı değerlere sahip, demokrat, basın özgürlüğünü savunan bir gazete. Milliyet çalışanlarının bir kısmını kitap sayesinde tanıyoruz. Ve anlıyoruz ki, gazetenin spor müdürü rahmetli Özer Yelçe işte böyle bir kültürün içinde büyümüş. “Sesler, Yüzler, İzler” de vurgulanan, kaybettiğimiz değerlerden biri de dostluk. Ayşegül Hanım, artık nesillerinin yavaş yavaş tükendiğini düşündüğümüz dostların ve dostlukların kitabını da yazmış. Kitaptan kısa bir alıntı: “Lale ve ben, o yıl yeni okulumuzda en yakın arkadaşlarımızı bulmuştuk: Verda ve Hripsima… Ama bu dörtlü beraberliğin yaşamımız boyunca devam edeceğini tahmin etmemiz, sanırım o yaşlarda pek mümkün değildi bizim için.” Eğer tıpla bir ilginiz varsa, örneğin literatürü izleyen iyi bir doktorsanız, bu kitapta, Ayşegül Hanım’ın hastalığını, hastalığın evrelerini, ameliyatını anlatan pek çok bilgi bulabilirsiniz. “Bu kadar ayrıntı gerekli mi?” diye sorabilirsiniz. Ama kendisini ameliyat eden doktoruyla da biraz da tesadüfen tanıştığını unutmamak gerekiyor. Ayşegül Hanım’ı anlatıp da kedisinden bahsetmemek olmaz. Malum, hayvanseverler, sevgi dolu ve yardımsever insanlardır. Ayşegül Yelçe’nin bir de kedisi var. Çekingen mi çekingen... Biri geldiğinde hemen sandalyenin arkasına saklanıveriyor. Yelçe, 13 Kasım 2017’de kitabını bitirirken, kendine şu soruyu soruyor: “Eğer seçme şansım olsaydı, beni ben yapan özellikleri koruyup kas hastası Ayşegül olarak kalmayı mı tercih ederdim, yoksa beni ben yapan özelliklerden vazgeçip sağlıklı bir Ayşegül mü olmak isterdim? Hiç tereddüt etmeden cevaplardım bu soruyu: ‘Beni ben yapan özelliklerimden ayrılabilmem söz konusu olamazdı. Kaybettiğim her kas, sahip olduklarımın değerini daha iyi anlamamı ve o değerleri titizlikle korumamı sağlamıştır’ diye cevap verirdim.” Bu cesur kadının Hürriyet gazetesi köşe yazarı olduğunu biliyor olmalısınız. Küçük bir tavsiye: Yazılarını kaçırmayın. Çünkü ondan öğrenecek çok şeyimiz var. Ayşegül’ün temel karakteri AYŞEGÜL DOMANIÇ YELÇE, “SESLER, YÜZLER VE İZLER” DE BIZE BIR HIKÂYE ANLATIYOR. KENDI HIKÂYESINI… AMANSIZ BIR HASTALIĞA YAKALANMASINI VE VERDIĞI INANILMAZ MÜCADELEYI… AYŞEGÜL DOMAN İ Ç YELÇE ( UAA’ 70 ) Kültür&Sanat GİDENLER VE GERİDE KALANLAR İÇİN Gözlerinde Frank krallarının eski hüznü (…) Tahta pabuçlarıyla gittiler (…) Kumsalda kocaman izlerini siliyor deniz. Ece Ayhan KEŞKE OHASTALIK OLMASA… Çok iyi olurdu ama oldu. Kitabı okudukça anlıyoruz ki, hiçbir şeyden yüksünmeyen biri Ayşegül Domaniç Yelçe. Kitabın önsözüne çalışma arkadaşı Tarhan Erdem şunları yazmış: “Sade ve sıradan bir işe bile özen göstermek, Ayşegül’ün temel karakteridir.” Ayşegül Yelçe’nin hayatı, Fasiyo Skapulo Humeral Müsküler Distrofi ile tanıştıktan sonra değişmiş. Biraz geriye gidelim. 1960’lı yılların sonuna… Bağdat Caddesi’nde köşklerin henüz tam olarak yıkılmadığı, Caddebostan plajında deniz suyunun Akdeniz kadar berrak olduğu, müzik kulüplerinin caz çaldığı günlere… Bu dönemde yaşanan büyük bir aşk. Bir yıldırım aşkı desek yalan olmaz. Ayşegül Hanım, Üsküdar Amerikan’da öğrenci. Henüz 16 yaşında. İstanbul Yelken Kulübü’nde düzenlenen Balkan Yat Yarışları’nda, uluslararası basın mensuplarına İngilizce tercümanlık yapıyor. Kupa devam ederken, basın odasına, kendisini Milliyet gazetesinin spor muhabiri olarak tanıtan Özer Yelçe giriyor. İki genç ilk görüşte birbirlerine âşık oluyor, nişanlanıyor ve evleniyor. Bir süre sonra karşılarına Ayşegül Domaniç’in malum kas hastalığı çıkıyor. Ve mücadele başlıyor. Ayşegül Hanım’ın kendisiyle aynı hastalığı paylaştığı kızına ithaf ettiği kitabın ana konusu bu. Ama alt okuma yaparsanız, kitapta olağanüstü bir zenginlik yakalıyorsunuz. Her şeyden önce son derece sürükleyici bir dili var. Anlatmak istediğini çok iyi anlatıyor. Ayşegül Hanım’a soruyoruz: Başka bir kitap yazmayı düşünüyor mu? Bir roman ya da şiir? Bizim gibi düşünenler olduğunu söylüyor. Sonuç olarak üslubunu pek çok kişi beğenmiş. Ama en azından şu anda böyle bir düşüncesi yok. Hastalığı hâlâ bir sorun olarak duruyor… Kitabın başardığı bir diğer unsur, o döneme ilişkin ayrıntılar. Acaba günlük mü tutmuş? Ayşegül Yelçe, “Hayır” diyor “Tutmadım”. O zaman müthiş bir hafızayla karşı karşıyayız. O dönemde kullanılan eşyaları, ünlü kafeleri, sinemaları tek tek, isim isim hatırlıyor. En leziz Strudel’i yapan pastane hangisi? Yeni kurulan müzik kulüpleri neler? Pizza Pino’nun pizzaları… (Merak edene not: Attila İlhan’ın kitaplarında bu tür ayrıntılar var. Ama o, kitabı yazmadan önce ciddi bir çalışma yaparmış.) UNUTULMAYA YÜZ TUTANLARI HATIRLATIYOR Ve bu kitabın okunmasını gerektiren bir diğer neden: Türkiye’nin siyasi yaşamındaki bütün büyük kırılmalar, altüst oluşlar, olaylar… Okudukça görüyoruz ki Ayşegül Domaniç Yelçe’nin oldukça sağlam bir politik duruşu var. Toplumsal hafızamızın ne kadar zayıf olduğunu düşünürsek bu

RkJQdWJsaXNoZXIy MjIxMTc=