SEV Connect - Sonbahar 2018
CONNECT SONBAHAR 45 kimsenin size fikrinizi sormaması ya da çay-kahve taşımak zor geliyor. Ben Adana çocuğuyum, sokağı çok iyi biliyorum. Beni farklılaştıran da o sanırım. Genelde setler hiyerarşik bir yapı üzerine kurulur. İki veya üç kişinin üstte, 70 kişinin altta olduğu bu sistemde karar verici olan da o iki kişidir. Onun dışında hiç kimsenin fikrinin sorulmaması bana çok ağır geliyor. Kendimi geliştirmem için bana fikrimin sorulması lazım diye düşündüm; çünkü kimse fikrinizi sormazsa bir süre sonra siz de düşünmeyi bırakıyorsunuz. Yaratıcı endüstriyi seviyorum. Bunların hepsini ortaya serince bana yaratıcı yapımcılık gibi bir bölüm çıktı. O yüzden bu alana yöneldim. İlk başladığım zamanlarda senaryo yazıyordum. Senaryom Romanya’daki atölyeye seçildi, burs aldım ve oraya gittim. Orada kısa film çektim. Fakat sürecin çok yavaş ilerlediğini fark ettim. O nedenle attım kendimi ateşin içine. Ancak sektöre genç bir kadın yapımcı olarak girmek, insanları heyecanlandıran bir şey değil. Peki, Enkaz tüm bu sürecin neresinde yer alıyor; sektörün size yapımcı olarak bakış açısını değiştirdi mi? Enkaz , son derece sinsi bir film benim için. Zira insanların bakışını değiştirmek amacıyla yapıldı. Altı ay reklam sektöründe çalıştıktan sonra yapımcılığa karar verdim. Herkes 20 yıl beklemeden yapımcı olamayacağımı söylüyordu. Ama işin içine girip, gelir gider dengelerine, parametrelere, risk analizine baktım. Kâğıt üstünde yapılabileceğini görünce, denemem gerektiğine karar verdim. Denemezsem, ne kadar söylersem söyleyeyim, kimse yapımcılık yapabildiğime inanmayacaktı. Sonra beş kişiden sekizer bin lira para alarak bir uzun metraj film yaptım ki, 40 bin TL’ye tanıtım filmi bile çekemezsiniz. Ama onu yapınca birden bire herkes olabileceğini görüyor ve hikâye oradan itibaren değişmeye başlıyor. Güverte Film’in ismi de o dönemde gündeme geldi, bir yıl sonra da şirketi kurdum. Bu sektörde değiştirmeyi hedeflediğiniz bazı noktalar da var. Örneğin bilgi paylaşımını çok önemseyerek, Beyond24’ü organize ettiniz… Sinema sektöründe, işin kendisi çok da zor değil aslında; işi bu derece zor kılan şeyin, bilgi paylaşımı eksikliği olduğunu fark ettim. Ben tespit yapmanın değerli olduğunu düşünüyordum; oysa bir aksaklığı tespit etmene rağmen bir şey yapmıyorsan, o konuda konuşan binlerce kişiden bir farkın kalmıyor. Güverte, kurulduğu günden beri farklı ve “yapılamaz” denilen işlere imza atıyor. Film endüstrisi konferans serisi Beyond24 ise aynı şekilde yapılamaz denilen şeylerden biri. Çünkü bunları büyük şirketlerin organize etmesi gerekiyor, bu benim işim değil. Ama yaptık. İnandığınız değere inanan ve bu iş için bedava çalışabilecek insan bulabilmenizdir sizi farklı yapan. Beyond24’ü tek başıma yapamazdım. Bu iş için 70 kişi gönüllü çalıştı. İki günde 41 panele 70’ten fazla konuşmacı katıldı. Bir de belgeselleriniz var. Belgesel Türkiye’de zor bir alan; arşiv kültürünün çok zayıf olmasının yanı sıra izleyicinin de heyecan duyduğu bir tür değil… Belgesel, şu anda dünyada altın çağını yaşıyor ve ben o belgeselleri izledikçe neden sinemacı olduğumu hatırlıyorum; zira orada benim sinemadan beklediğim naiflik var. Ama bunun için bana çok iyi bir yoldaş gerekiyordu. Yekta Kopan aracılığıyla Sertan Ünver ile tanıştık. Sertan, Yavuz Çetin ve Kerim Çaplı’yla ilgili bir belgesel çekmek istiyordu. Belgeselde, yönetmenin tutkusu ve o konuya hâkimiyeti çok önemli. Bir yönetmene herhangi bir senaryoyu çektirebilirsiniz, ama bir belgeseli herkese çektiremezsiniz. Sertan bu konuyu gerçekten çok iyi biliyordu. Tanışınca bu işi yapabileceğimize karar verdik. Demografiyi, etrafımızdaki insanları tanımak çok önemli. Türkiye’yi Nişantaşı’ndan veya Kars’tan veyahut Tarsus Amerikan’dan ibaret zannediyorsanız, belgeselin izleneceğini de bilmezsiniz. İzlenmesi için nasıl bir strateji benimsediniz? Belgesel, çok entelektüelleştirildiği için halktan uzaklaştırılmış bir tür. Bu nedenle ilk başta daha sıcak bir konu seçtik. Doğru bir ekip kurduk, Kültür Bakanlığı’ndan bir miktar para aldık. Film ağırlıklı olarak Kerim Çaplı’nın coverladığı şarkılardan oluşuyordu. Bunlar dünyanın en popüler rock şarkıları ve telifleri çok yüksek. Bakanlık’tan aldığımız parayla 2.5 yılda filmi bitirdik. Bu sürenin sonunda kitlesel fon kampanyası düzenleyip, “Arkadaşlar biz filmi bitirdik. Ama bize biraz destek olursanız, şarkıların orijinallerini kullanarak ortaya çok daha güzel bir film çıkarabiliriz” dedik ve 25 bin dolar toplandı. Türkiye’de ikinci büyük kitlesel kampanya oldu. Film orijinal müziklerle çıktı. Türkiye’deki en fanatik kitleye sahip belgesel oldu. Onun sayesinde futbol belgeselinin çekimlerine başladık. Amacımız, futbolun güzel ve iyi bir şey olduğunu anlatmaktı. Tıpkı Blue’da Yavuz Çetin’i anlatırken Kerim Çaplı’yı öğrendiğimiz gibi, Kolej Havası’nda da Beşiktaş’ı ve Süleyman Seba’yı anlatırken Serpil Hamdi Tüzün’ü öğreniyorsun. Serpil Hamdi Tüzün, Beşiktaş’ın altyapı eski direktörü. Ve aslında Beşiktaş’ı Beşiktaş yapan değerleri aşılayan insan… Ercan Kesal’ın filmindeki rolünüz nedir? Ercan Kesal ilk uzun metraj filmini yönetiyor; kendisi tecrübeli bir senarist ve tecrübeli bir oyuncu. Onun filmine çok inanıyoruz. Kültür Bakanlığı ve Ay Yapım’ın desteğiyle birlikte beni de yapımcı olarak aldılar. Eylül ayında da Kaan Müjdeci’nin ikinci filmini çekmeye başlayacağız. Başrolünde Catherine Deneuve’ün kızı Chiara Mastroianni oynayacak. Tarsus Amerikan dendiğinde aklınıza neler geliyor? Tarsus Amerikan, bizim gizli bir sırrımız gibi… Bize o kadar büyülü bir şey yaşattılar ki, bir daha dünyaya adapte olamadık. Arkadaşlık, kardeşlik, birbiri için fedakârlık… Orası benim hayal dünyamı çok besledi. Adana’yla ilgili bir senaryo yazdım, içine Tarsus Amerikan’ı da ekledim. Bir gün Tarsus Amerikan’ı anlatmayı çok isterim. Orası Ölü Ozanlar Derneği gibi bir yer. Çok yaramazdım, kapıda Ramazan Abi vardı, bir gün bana, “Suzan, bu okulda bu kadar yaramazlık eden iki kız gördüm, biri sen diğeri de Ayşe” dedi. Hangi Ayşe diye sordum, “Ayşe Arman” dedi (gülüyor). Yavuz Turgul filmlerinde neyse aradığımız, Tarsus Amerikan onu bana yaşattı. Kendimi o kadar saf bırakabildiğim başka bir yer olmadı. “Yavuz Turgul filmlerinde neyse aradığımız, Tarsus Amerikan onu bana yaşattı. Kendimi o kadar saf bırakabildiğim başka bir yer olmadı.” ‘Blue’ 90’ların efsanevi rock grubu Blue Blues Band’in iki dâhi müzisyeni Yavuz Çetin ile Kerim Çaplı’nın öyküsünü anlatıyor. ‘Kolej Havası’ belgeseli spor klübü Beşiktaş’ın öyküsü...
Made with FlippingBook
RkJQdWJsaXNoZXIy MjIxMTc=