SEV Connect - Sayı 13
CONNECT 13 55 • Ayşe Birsel ve Banu Dağıstan, İsmet Birsel'in tablolarıyla resim galerisini aratmayan Çeşme’deki evlerinde bir araya geldi. Ayşe Birsel, Çeşme, 2021 / FOTOĞRAF: Banu Kitiş Dağıstan Okul yıllarından en çok sevdiği aktivite olarak arkeoloji kulübünü sayan Birsel, Mr Blake’in yönetimindeki kulüple her hafta sonu bir yerlere gittiklerini anlatıyor. “Bergama, Didim, Efes… Okulun bu katkıları ne kadar değerli değil mi? Amerikan Kolejinden mezun olduktan sonra arkeoloji okumayı seçmemde okulun aşıladığı merakın ve zevkin payı yadsınamaz. Üniversiteyi okumak için Amerika’ya gidebilseydim hem felsefe hem de arkeoloji okuyacaktım” diyor. Kolejden mezun olur olmaz evlenen Birsel, eşi İsmet Birsel’in görevi dolayısıyla Ankara’ya taşınır. “Eşim Dışişleri Bakanlığındaydı. İki sene iç hizmet yaptı. O sırada Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesinde iki sene arkeoloji okuyabildim. Ekrem Akurgal hocamdı. Sonra eşimin tayini Brüksel’e çıkınca benim üniversite eğitimim yarım kaldı. Ondan sonra da dünyayı dolaştık.” Peki çalışma hayatı oldu mu? “Maalesef kariyer yapamadım. Ancak Ankara’da olduğumuz yıllarda TRT’de çalıştım. Dizileri, filmleri, belgeselleri çevirdim“ diyor. O dönem Amerikan Kolejinde okuyanların iyi bir ev hanımı olmak için de yetiştirildiği yönünde bir algı vardır. Birsel, “Ailem beni bu okula yazdırırken iyi bir ev hanımı olarak yetişsin diye düşünmediler. Hatta annem evlilik kararımızı çok erken bularak, eşime itiraz etmemesine rağmen bana itiraz etti. Çok iyi bir öğrenciydim; burslarım hazırdı Amerika’da. Erken evlenmeme karşı çıktılar” diyor. Eşi İsmet Birsel’in görevi nedeniyle dünyanın çok farklı şehirlerinde yaşadılar. Önce Brüksel, sonra Gümülcine, oradan da İsviçre’ye gittiler. Roma’yı tekrar Brüksel izledi. Eşi İsmet Birsel büyükelçi olduktan sonra ilk görev yerleri Tahran’dı. Burada çok zor zamanlar geçirmelerine rağmen, kendisinde en çok iz bırakan şehrin burası olduğunu söylüyor. Tahran’da bombardımanı, hava sahasının kapanmasını yaşadılar. İran’dan sonra sırasıyla Hollanda, Ankara, Strasbourg ve Macaristan’da bulundular. Ve eşinin emekliliğiyle beraber önce Ankara sonra da İstanbul yılları başladı: “Gezmekten, dünyayı görmekten çok hoşlandım. Çok dolaştık, bizim için ilginçti ama çocuklar için zorlayıcı olabildi. Üç senede bir okul değiştirdiler. Kolay değil. İki oğlum da belki de bu nedenden baba mesleğini seçmediler. Yurt dışında Fransız okullarını bitirdiler. Büyük oğlum güzel sanatlar eğitimi aldı, küçük oğlum ekonomi ve pazarlama okudu” sözleriyle anlatıyor Birsel o yılları. Eşi İsmet Birsel 2000 yılında emekli olduktan sonra resim çalışmalarına hız verdi. Çocukluğundan beri resme ilgi duyan İsmet Birsel, Robert Kolej’de okuduğu dönemde Bedri Rahmi’nin kurslarına giderek kendini geliştirmişti. “İsmet’in resimleri de yıllar içinde evrim geçirdi. Her sanatçıda olduğu gibi. Gençliğinde daha çok İzmir’i, denizi, balıkçıları, balık ağlarını çizerdi. Bir gün bir resim yapmış. Sokaklarda insanlar. Kokteyle mi gitmiş bunlar, dedim. Ondan sonra öyle resimler yapmaya başladı. Bir şimşek çaktı bence o gün onda. Tüm resimlerinde anıları vardır. Resimlerindeki insanların hepsi beraber olduğumuz insanlara benzer. Portre değildir İsmet’in resimleri, hafif karikatürümsü tiplerdir.” Büyükelçilik ve sanatçılık… Biri çok dışa dönük, diğeri içe dönük meşguliyetler. Ayşe Hanım da doğruluyor bu tespitimi, “Evet son 21 senedir daha kendimize dönük bir hayat yaşıyoruz. Kışları İstanbul’da, yazları Çeşme Dalyanköy’deki evimdeyim.” Sohbetin bundan sonraki kısmında evlerini dolaşıyor, İsmet Birsel’in fırçasından çıkan birbirinden güzel yaz resimlerinin hikâyelerini Ayşe Hanım’dan dinliyorum. Ve de kendimi çok şanslı hissediyorum. otobüse veya troleybüse bineceksiniz ve de yürüyeceksiniz. Bunun için de annem beni okula yatılı vermek istedi. Bunun bir yolunu aradı, ancak Mrs Blake’in bu konuda tavrı netti: Karşıyaka’dan gelen kızların yatılı okumasını istemiyordu. Karşıyaka’yı yakın olarak değerlendiriyor, daha uzak yerlerden gelen kızların yatılı kalmasını uygun buluyordu. Benim okula giriş tarihimMrs Blake’in bir senelik izinin olduğu döneme denk gelince annem allem etti kallem etti ve beni okula yatılı yazdırdı. Mrs Blake izinden dönüp de beni görünce biraz kızmış olmalı” diye gülerek anlatıyor okula giriş hikâyesini. Birsel de birçok kolej mezunu gibi okulun kendilerine bambaşka bir dünyanın güneşli pencerelerini açtığı konusunda hemfikir. Okul yıllarının nasıl geçtiğini soruyorum: “İyi bir öğrenciydim, uyumlu bir çocuktum. Okulumu çok seviyordum. Sadece dersleri iyi olan bir öğrenci değildim, sosyal olarak da aktiftim. Modern dans yapardım, tiyatroda oynardım, son senemde Öğrenci Birliği’nin başkanı oldum. Arkadaşlarım çok iyiydi, aralarında hâlâ görüştüklerim var. Bir kısmını da kaybettik maalesef. Dönem arkadaşlarımızla düzenli buluşmalarımız da artık olamıyor. Okulumu çok seviyordum, bizi farklı bir dünyayla tanıştırdı. Bir kere soru sormayı ve sorgulamayı öğretti. Kendi dünyamızı aşmamızın yolunu açtı. Öğretmenlerimizle çok iyi ilişkilerimiz oldu. Genç öğretmenlerimizle arkadaş gibiydik, dostluklarımız mezuniyet sonrasında da devam etti” diye yanıtlıyor. Birsel’e göre kolejin diğer okullardan en büyük farkı, öğretmen öğrenci ilişkilerinin samimiyetinde yatıyor. Kendisinde en çok iz bırakan öğretmeninin hem felsefe dersi veren hem de modern dans yaptıranMiss Woods olduğunu söylüyor. Cimnastik öğretmeni Miss Wong’u da anmadan geçemiyor. Çınarlar sayfamıza konuk aldığımız her değerli mezunumuz gibi Ayşe Hanım’a da okul yıllarından unutamadığı anılarını sormazsak olmaz: “Okuldan en çok hafızamda iz bırakan gün herhalde bahar kraliçesinin seçildiği gündür. O dönemTürkiye’de başka yerde yapılmayan birçok şey bizim okulumuzda yapılıyordu. Yurt dışında yaşadığım yıllar boyunca da bunu fark ettim. Öğretmenler ve öğrenciler arasındaki diyalog çok farklıydı. Bu çok önemli. Bir sorununuz varsa anlatabilirdiniz öğretmeninize, yargılamazdı, size yardımcı olmaya çalışırdı.”
RkJQdWJsaXNoZXIy MjIxMTc=