SEV Connect - Sayı 13
26 CONNECT 13 yatkınlık. Kanserle ilgili en tanınan genler BRCA1 ve 2. Angelina Jolie sayesinde farkındalık arttı. Bu genlerdeki bir kusur yüzde 80-85 olasılıkla kansere yol açıyor. Kusur taşıyan bazı kadınlarda kanser gelişmemesinin nedeninin yaşam tarzı farkı olup olmadığı araştırıldı. 1945’ten önce doğanlar, şişman olmayanlar, hatta yirmili yaşlarında şişman olmayanların kanser olma olasılığı diğerlerinden daha az. Çevre koşullarına, yaşam tarzına bağlı olarak yatkınlık artıyor. Kanserli dokuda da gen kusurunu değiştirmek yerine, farklı tedaviler uygulanıyor. İlginç bir nokta ise, bazı genlerin bozuk olmasının hastalığa yol açmaması. Belli genlerin iki kopyası da bozuk olduğu kişiler hasta olmadan yaşıyorlar. Bazı genlerdeki farklılık ise, belli bir üstünlük sağlıyor: Şerpalar oksijen azlığından bizim gibi rahatsız olmuyorlar, elit atletlerin çoğunda ACTN3 geni bozuk. Gelelim en zorlu soruya, insan ve doğaya nereye kadar genetik olarak müdahale edebiliriz, nasıl yaklaşmalıyız bu konuya? İnsanda genetiği değiştirme çalışması tamamen yasak. Yalnızca insanda değil, yakın akrabalarımız kuyruksuz maymunlarda da yasak. Bunun bir nedeni, sonucun ne olacağının tam bilinmemesi. Böyle bir girişim başka bir geni de bozabilir. Çin’de etik izin alınmaksızın yapılan bir çalışma, insanda yapıldığını bildiğimiz tek deney. İki kız bebeğin CCR5 geni bozulmuş olarak doğması amaçlanmıştı (2018 yılında). Birinde genin tek kopyasının, diğerinde ise iki kopyasının birden bozuk olduğu anlaşıldı. Genin tek kopyası sağlam olanda amaca ulaşılmamış sayıldı, çünkü onun AIDS’e yakalanma riski sıfırlanmış değildi. Ama asıl sorun şuydu: Kullanılan teknikle (CRISPR) bebeğin başka genleri de bozulmuş olabilir. Genin iki kopyası da bozuk olan (homozigot) bebekte AIDS riski kalkmış olabilir, ama grip ve Batı Nil virüsü bulaşından çok etkileneceği varsayılıyor. Daha da kötüsü, homozigot kişilerin göreceli kısa ömürlü olduğu istatistiksel olarak gösterildi (2019 yılında). AIDS için tedavi yöntemlerinin geliştiğini de düşündüğümüzde, homozigot bebeği şanslı sayamıyoruz. Her gen için böyle bilinmez çok konu var. O nedenle, o tür araştırmaya etik izin verilmiyor. Bitkide genetik uygulama ise çok daha kolay. Etik sorun olmadığından, araştırma ve uygulamalar çok ilerledi. Verimin hastalıklar son bulacak gibi bir umut oluştu. Ancak kromozomları haritalamakla, hastalıklar için gene müdahale etmek farklı şeyler galiba... Genetikte hâlâ birçok bilinmeyen konu var. Bazen bir genin işlevini tahmin edebilsek de, genlerin çoğunun tam ne iş yaptığını bilemiyoruz. Bunu bilmenin en iyi yolu, yeni bir hastalık taşıyan bir ailede genetik araştırmayla, şu soruya yanıt aramak: Hangi gen bozulmuş ki o hastalık ortaya çıkmış? Hastalığa yol açan gen kusurunu bulduğumuzda da hastalığın tedavisi maalesef yok. Aileye ancak şöyle bir faydamız olabiliyor: Yeni bir bebek istendiğinde, fetüs on haftalıkken genlerini inceleyebiliyoruz. Hekim fetüsün kesesinin dışından ufak bir parça alıp bize gönderir, biz de genetik incelemeyle, çocuğun hasta olup olmayacağını belirleriz. Çocuk doğmadan önce, anne karnındayken genetik değişiklik yapılabilir mi? Değişikliğin döllenmiş yumurta aşamasında yapılması gerekir ki, bebeğin tüm hücrelerinde bulunsun. Böyle bir işlem çok zor ve etik ilkelere aykırı. Ama bazı dokularda gen tedavisi uygulanabiliyor, en kolayı ilik hücreleri. İlk örnek ağır bağışıklık sistemi yetmezliği olan 4 yaşındaki bir kıza 1990 yılında yapılan uygulama. Şimdi orak hücre anemisinde de uygulanıyor. Hastadan ilik hücreleri alınıyor, laboratuvarda gen kusuru düzeltildikten sonra hücreler çoğaltılarak kişiye geri veriliyor. Ama önce kan kanserinde olduğu gibi, mevcut ilik hücreleri yok ediliyor ki onların yerini genetiği değiştirilmiş olanlar alabilsin. Fakat hastalıkların çoğunda etkilenmiş dokuda genin düzeltilmesi mümkün değil. Düzeltilse bile, gelişimsel bir bozukluğun düzeltilmesi mümkün değil, örneğin baş büyümemişse (mikrosefali). Mendel türü kalıtım şeklinde, gen kusurluysa hastalık ortaya çıkıyor; kaçış yok. Karmaşık kalıtımda ise yalnızca yatkınlık var, örneğin, kansere ya da diyabete geni bulduk. Dünyada en çok hastalık genini hangi ekipler buldu derseniz, biz adayız. Keşfettiğimiz genlerin birçoğu zekâ geriliğine yol açan ağır nörolojik hastalıklarla ilgili. İskelet bozukluğuna, sperm azlığına vb. yol açan genler de var. Bu çalışmalarla ülkemizden Avrupa Moleküler Biyoloji Örgütüne (EMBO) seçilen üç üyeden biri oldum. EMBO tören toplantısına gittiğimde şaşırmıştım, diğer üyelerin çoğu enstitü ya da araştırma merkezi müdürüydü, yayınları çok üst düzey dergilerdeydi. Beni öneren İngiliz bilim kadını, “Çok az üye ilk adaylığında kazanır, siz istisnasınız,” demişti. Yayınlarımız çok üst düzey dergilerde olmasa da (çünkü küçük bir ekiple araştırmayı pek genişletemiyoruz), küçük bir ekibin Türkiye gibi zorlu bir ortamda önemli keşifler yapmasından dolayı ilk seferde seçildiğimi sanıyorum. Türkiye olarak genetiğe nasıl bakıyoruz, yerimiz dünyada nasıl? Ülkede maalesef eğitim ve araştırmaya destek liyakata göre olamıyor. TÜBİTAK’ın sitesini arayın, “evrim” kelimesine rastlayamazsınız. Evrim, doğayı anlamanın en bilimsel yolu. Bugün herkes virüs salgınında “mutasyon” konuşuyor; acaba mutasyon ne kadar anlaşıldı? Bir virüsün gözümüzün önünde evrim geçirdiğine tanık olduk, ama eğitimde evrim konusu pek yok. Dünyayla karşılaştırıldığında, genetikte de çok az yol aldık, bilimsel araştırma politikası nedeniyle. Bizde gerçekten çok iyi bilim insanları var, ama onların çok azı deneysel çalışıyor, çünkü o tür çalışma parasal kaynak gerektiriyor, ortak çalışma kültürü istiyor. Türkiye’de ne yapıldı derseniz, çoğu zaman buradan genetik malzemeler toplanıp yabancı araştırıcılara gönderildi. Onlar da araştırmanın sonuçlarını malzemeyi gönderenin ismini de koyarak makale olarak yayınladılar. Son yıllarda bizim gibi hastalık geni arayan ekipler çoğaldı, onlar da güzel keşifler yaptılar. Yurt dışında da çok önemli araştırmacılarımız da var. Büyük ekip ve parasal destekle çalışabiliyorlar. Bizim gibi küçük bir ekiple, az destekle çalışmak çok zor. Ayrıca bir yandan öğrenci yetiştirmek ve ders vermek zorundayız. Tüm olumsuzluklara rağmen, ülkede çok sayıda iyi genç araştırıcı var, yurt dışında da. Keşke şartlar iyileşse de yurt dışındakilerden ülkeye daha çok dönen olsa. 2000’lerde insan genomu tamamen çözüldü denildi ve gelecekte tüm “İmkânı olanlar eğitime, araştırmaya para versinler, destek olsunlar. Bu çok önemli bir konu.” Portreler
RkJQdWJsaXNoZXIy MjIxMTc=