SEV Connect - Sayı 13
“ÜAKL bize çok şey kattı, iyi ki oraya gitmişim. Babam tam bir Atatürk kuşağıydı ve bizi iyi yetiştirmeye çok gayret etti.” 1981’de Türkiye’ye dönmeye nasıl karar verdiniz, nasıl bir ortamla karşılaştınız? Yurt dışında eğitimimi tamamlamıştım. Ya sürekli bir iş bulup kalacaktım ya da ülkeme dönecektim. 1981 yılının sonunda gelip burada çabalamak istedim. Boğaziçi Üniversitesinde genetik bölümü yoktu; biyoloji bölümünde öğretim üyesi olarak işe başladım. Tüm bölüm çalışanları aynı odada otururduk - laboratuvar yoktu, araştırma için cihaz ve malzeme yoktu. Yurt dışında genetiğe bakteri ve virüs genetiğiyle başlamıştım. Neden derseniz, insan genomunu inceleyecek teknoloji o zamanlar yoktu. Boğaziçi Üniversitesindeki bölüm başkanımız Amerikalıydı. Sürekli ona, “Kaynak bulalım, araştırma yapalım” diyordum... O da, “Kalıtsal hastalıklarla çalışalım, fen ve sağlık alanı birlikte olunca araştırma için daha kolay kaynak buluruz,” demişti. Ben de virüs ve bakteri genomundan, insan genlerini incelemeye, yeni gelişen teknikleri uygulamaya, araştırma yapmaya başladım. Bu amaç için yeniden İsveç’e gidip gelmeye başladım. Doktora danışmanım çağırmış, “Biz de hastalık genetiği çalışmaya başladık. Gel, buradaki laboratuvarda yöntemleri oturt, sonra Türkiye’de uygularsın,” demişti. Boğaziçi Üniversitesinin o zamanki rektörü Ergun Toğrol yeni yapılan bir binada bize yeterli genişlikte mekân tahsis etti, cihaz ve malzeme alımına çok destek oldu. Bölümdeki tek genetikçiydim, araştırma yapmak istiyordum, ama laboratuvar kurmak için kaynak gerekiyordu. UNESCO’ya geniş bütçeli bir proje yazdım. Projeyi takip ettim, İngilizcem iyi, yurt dışında bu tür projeler görmüştüm. Ama proje, maalesef hayatında hiç genetik araştırma yapmamış üç kişiye verildi, hısımlık nedeniyle. Gençtim, gerekli mücadeleyi veremedim. Araştırma desteği için alandı. Son yılımda bir hoca bana, “Amerika’da biyofizik alanı var, çok hızlı gelişiyor, sen bu alana yönel,” demişti. İnternet, e-posta yoktu; kütüphanedeki kataloglardan üniversiteleri inceleyip, mektupla başvurulurdu. Pensilvanya Eyalet Üniversitesine biyofizik yüksek lisans programına burslu olarak kabul edildim. Tek başıma atladım gittim ABD’ye... İlk dönem biraz bocaladım, ama sonra notlarımı yükselttim ve bir buçuk yılda tezimi tamamladım. Güzel bir yayın da çıkardık. Oradan doktora için İsveç’e, Uppsala Üniversitesine genetik alanında çalışmaya gittim. DNA’nın ikili sarmal yapısını keşfeden isimlerden biri olan James Dewey Watson’ın yönettiği araştırma merkezinde de çalışmışsınız… O zamanlar genetik camiası çok küçüktü; meşhur her araştırıcıyı tanıma fırsatım olmuştu. DNA’nın yapısını bulan iki kişiden biri olan Dr. Watson, ABD’deki Cold Spring Harbor Laboratuvarını (CSHL) yönetiyordu ve ondan habersiz orada kuş uçmuyordu. Doktora çalışmalarımı İsveç’te yaparken, danışmanımla birlikte oraya gittik ve DNA’yı kesen enzimleri bulan ekiple dört ay çalışma fırsatı buldum. Çok heyecanlı günlerdi. Hiç unutmuyorum, ilk günümde yolda Dr. Watson ile karşılaştık; henüz tanışmamıştık. “Merhaba” dedi ve elini uzattı. Ben ismimi söyledim, o kendi ismini söylemedi. Hangi konuda çalıştığımı sordu, “DNA eşlenmesi” deyince, “Virology dergisinde çıkan o güzel makale senin, o zaman” demişti. Adeta ‘eridim’. Aslında danışmanım benim için, onun iznini almıştı tabii, o nedenle beni biliyordu. Sonra saygın bir bursla ABD Kaliforniya Üniversitesi San Diego’ya doktora sonrası araştırıcı olarak gittim ve 1981 yılı sonuna kadar orada kaldım. O laboratuvarı bana CSHL’den, daha sonra Nobel ödülü almış bir profesör önermişti: “Biliyorsun, bilim insanları hep bir hoştur. Ama sana Dr. Helinski’yi öneririm. Hem çok iyi bir insandır, hem laboratuvarında iyi bilim üretilir, hem de Güney Kaliforniya çok güzeldir,” demişti. On yılı aşkın bir süre yurt dışında genetik üzerine çalıştım. O yıllar dünyada bilim için bereket yıllarıydı. Çok güzel bir dönemdi, iyi laboratuvarlarda güzel çalışmalar yaptım. Öyle ki, ülkeye döndükten sonra uzun yıllar pek makale yayımlayamamış, ama eskiler sayesinde araştırma desteği bulabilmiştim. TÜBİTAK’a başvurdum, ama bölüm izin vermedi. Rektör yetkisini kullandı (sonrakilerin aksine) ve sonunda destek aldım. TÜBİTAK’tan teşvik ödülü de almıştım. Sonraki rektör uluslararası proje başvuruma izin vermedi, ama kişisel çabalarımla yurt dışından destek bulmayı başardım. Böyle uğraşa uğraşa o zamanlar bölüm insan genetiği alanında ülkede öncü bölümlerden biri olmayı başardı. Ben daha çok Devlet Planlama Teşkilatı desteğiyle araştırmalarımı yoluna koydum. Cebimden harcadığım para da önemli miktardadır. Dolar yükseldikçe, aklıma tek seferde ödediğim 7 bin dolar gelir. Şirketlerden hiç destek bulamadım. Parasız dönemimde yalnızca bir iş kadını 5 bin dolar vermişti; o da çok işime yaramıştı. Zenginler ve şirketler araştırmayı da destekleseler keşke, Batı ülkelerinde olduğu gibi. Yaptığınız araştırmalardan ve keşiflerden bahsedebilir misiniz? En sevdiğim çalışmamız, ilk bulduğumuz hastalık genidir. Bu çalışma tamamen ülkemizde yapılmış ilk gen keşfi oldu. Hâlâ bizim en önemli buluşumuz. Ülkemizde sık görülen pulmoner alveolar mikrolitiazis hastalığı üzerine. Akciğerde biriken kalsiyum fosfat zamanla taşçıklar oluşturuyor ve röntgen filminde adeta bir kum fırtınası görülüyor. Akciğer bir süre sonra çalışamaz hale geliyor. Hastalığı taşıyan geniş bir Diyarbakırlı aileyi yayınlayan hekimin peşine düştüm. Haftada bir arıyor, “Geni arayalım” diyordum. Sonunda kabul etti. Köye gidip kan örnekleri topladık ve geni bulduk. Çok da ilginç bir gen çıktı, çalışmamız iyi bir dergide ana makale olarak yayımlandı. Bu bizi çok yüreklendirdi, “Demek ki yapabileceğiz,” dedik. Bilimsel toplantılarda genç araştırıcılardan bana şöyle söyleyenler oldu: “Siz bize bu ülkede araştırma yapılabileceğini gösterdiniz, rol modeli oldunuz”. Ama ilginçtir ki, bu araştırmaya TÜBİTAK destek vermemişti, desteği üniversiteden almıştık. Altı ailede daha aynı gende kusur bulduk; ailelerin hepsinde hastalık akraba evliliğinden kaynaklanmıştı. Bu araştırmadan sonra, hekimler bizi aramaya başladılar ve bildik bir hastalığa benzemeyen, tanı konulamayan birçok hastalıkta gen aradık. Ülkede akraba evliliği sık olduğundan, çekinik hastalıklar çok sık. Sonra Pakistanlı ailelerle de çalıştık, hatta Cezayirli, Tunuslu... Birlikte çalıştığımız Pakistanlı ekiple çok sayıda hastalık CONNECT 13 25
RkJQdWJsaXNoZXIy MjIxMTc=