SEV Connect - Kış 2021

CONNECT KIŞ 65 Ama bize “iyi insan olma” konusunda çok hikâyeler anlattıklarını, verdikleri insanlık öğütlerini hiç unutmam. (Bana kısacık bir öykü anlatıyor. Bu öyküyü yazının sonunda nakledeceğim.) Okulu bitirdikten sonra yalnız bir genç kız olarak, 1947 yılında Söke’den İstanbul’a felsefe okumaya gidişinizi merak ediyorum... O konuda ben direndim, bunu açıkça söylemem gerek. İzmir’de gidebileceğim bir üniversite yoktu. Ben psikoloji okumak istiyordum, çünkü hepimizin sevdiği bir Amerikalı psikoloji hocamız vardı; onun etkisi altında kalmıştık. Eğer İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesine gidersem orada Felsefe Bölümünde; felsefe, sosyoloji ve psikolojinin birlikte verildiği bir eğitim olanağı vardı. Israrlarıma dayanamayan ailem sonunda, bir akraba yanında kalmam şartıyla İstanbul’a gitmeme izin verdi. Fakat bu birliktelikten ne akraba ne de ben memnun kaldık… Bir süre sonra özel yurda çıktım, orada da olanaklar yetersiz olduğundan; ablamın İstanbul’a benimle birlikte oturmaya gelmesi ve bize ev tutulmasıyla sorun çözüldü. Sonra felsefe konusunda mı devam ettiniz çalışma yaşamınıza? Mezun olduktan sonra, İsviçre’de Eğitim Psikolojisi ve özellikle Suçlu Çocukların Eğitimi konusuna yöneldim. Fransa’da altı ay, hüküm giymiş çocukların kaldığı bir ortamda staj yaptım. Oradaki kurumların bu çocuklara eğitici yaklaşımları ve davranışları beni çok etkilemiştir. Tez çalışmalarına başlamıştım ama bitirmemin çok uzun süreceğini düşünerek İzmir’e döndüm. Benim konum, “gelişim ve eğitim psikolojisiydi”, ama henüz yeni açılan Ege Üniversitesinde böyle Avrupa kurumları yoktu. Ege Üniversitesine çalışmak üzere başvurduğumda, rektörün yanıtı beni çok şaşırtmıştı. Rektör, “Bugün perşembe, pazartesi gelin işe başlayın” deyince, birdenbire kendimi üniversitede buldum. Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesinde, Ev Ekonomisi Bölümünün, çocuk psikolojisi derslerini verdiysem de bu görevimde tam bir tatmin elde edemedim. İki yıl devam ettikten sonra Ege Üniversitesinden ayrıldım. Avrupa’da başladığım psikoloji tezini de bitiremedim. İzmir Eğitim Enstitüsünde öğretmenliğe başladım. Çocuk gelişimi ve sosyoloji konularında eğitim verdim. Eşiniz Turgut Pura ile tanışmanız İzmir Eğitim Enstitüsünde oluyor, sizin hakkınızda okuduklarıma göre… Aynen öyle oldu. Turgut Pura, tam bir sanatçının renkli kişiliğine sahipti. Onu okul restoranında yemek yerken, havalı saçları, kırmızı süveteri, papyonuyla ilk gördüğümde, çok frapan bulmuştum. Yanımdaki arkadaşıma, “kimdir bu” diye sorduğumda, “yeni sanat öğretmeni ama senin onunla çok iyi anlaşacağından eminim” dediğini şu an bile hatırlıyorum. Haklıymış, ortak dostlarımız sayesinde çeşitli ortamlarda sık sık birlikte olduk, zamanla birbirimizi tanıdık, anlaştık ve 1970 yılında evlendik. Ne yazık ki evliliğimiz sadece 10 yıl sürdü. Birlikte olduğumuz bu kısa süre içinde çok renkli bir hayat yaşadık. Onu çok erken kaybettim, henüz 57 yaşındaydı dünyaya gözlerini yumduğunda… Kayıplar zor, her zaman onulmaz yaralar bırakıyor elbette, ama bu güzel evinizin her bir yanında Turgut Pura’nın izleri var. Yaşam geçici, ardında böyle kalıcı eserler bırakabilmek herkese nasip olmuyor… Şunu da söylemem gerekir ki, eviniz mimari tasarımı açısından da çok güzel. Turgut Pura’nın heykelleri ve tablolarıyla aynen bir sanat müzesi gibi… Teşekkürler! Evimizin mimarı Cengiz Bektaş… “Yatılı yaşantım, benim unutamadığım yıllarımdır. Toplam yatılı öğrenci sayımız otuzdu. Biz Bristol Hall’da güzel günler geçirmenin, eğlenmenin yanında dostluğu, paylaşmayı, vermeyi, sevmeyi, saygıyı öğrendik. Her zaman şunu söylerim: Biz yatılı olmakla kitapların öğretemeyeceği şeyleri edindik. Bir küçük odayı paylaşan dört arkadaş, kardeş olduk.” Güngör Pura mezuniyet günü elbisesiyle. Güngör Pura (sağda) mezuniyet günü ablası Hale Orhon Zeytinoğlu (ACI’42) ile birlikte.

RkJQdWJsaXNoZXIy MjIxMTc=