SEV Connect - Kış 2019

86 CONNECT KIŞ Mutena Bostancı, emekliliğinin tadını gezerek ve okuyarak çıkarıyor. Kariyerinin tamamını inşa ettiği İzmir Amerikan Koleji’ndeki tüm öğrencilerine sevgi ve selamları var. Mutena Bostancı ile eski öğrencisi, deneyimli gazeteci Ebru Çapa konuştu. MUTENA BOSTANCI Destur: Mutena Hanım EFSANE ÖĞRETMENLER İstanbullu olduğu hâlde, 24 yıllık öğretmenlik kariyerinin tamamını İzmir Amerikan’da tamamlamış olmaktan yana son derece memnun: “Ailemiz kaç göbek ötesinden İstanbullu. İstanbul ötesine sadece gezmeye gidiyorduk, o kadar… İstanbul’dan ayrılırsam kendimi büyümüş hissedeceğimi düşündüm. Mezun olduğum zaman, bizim fakülteden bir öğretmen talep edildiğinde Ali Nihat Tarhan benim ismimi vermiş. Bir gün içinde karar verdim, kalktım geldim. İlk ayı bana çok zor geldi ama hemen alıştım. Sevdim, istedim, zevk aldım… Yine dünyaya gelsem yine öğretmen olurum ama yine bizim okulda öğretmen olmayı isterim; o şartla…” Kayıt dışı anekdotlar (!) sağ olsun, sık sık kahkahalarla bölünen muhabbetimiz boyunca, yanlış bir kelime sarf etmekten imtina ediyorum. Mutena Hanım’la konuşurken, insan ister istemez dilini toparlama gereği hisseder zira. Türkçe’yi değme -eski- TRT spikerlerinden daha mahir kullanışı, kusursuz diksiyonu, derya gibi kelime haznesiyle öyle bir emsal teşkil eder ki karşısında yanlış bir ifadede bulunmaktan utanır, çekinirsiniz. Bunun son derece bilincinde; “Bence öğretmenlik sadece bilgi aktarmak değildir” diyor: “Tepeden tırnağa karşındaki öğrenciye örnek olmak zorundasın. Ve ondan saygı bekliyorsan eğer, ona değer vermek zorundasın. Bunu severek yaparsan işin hem kolay oluyor hem güzel oluyor. Bana göre bu böyle ama ne kadar yapabildim onu da bilmiyorum. YA Z I : E B R U Ç A PA ( A C I ’ 9 0 ) MUTENA BOSTANCI’NIN tedrisatından geçmiş hemen herkes, onun en çekindikleri öğretmenlerden biri olduğunu kabul eder. Disiplinlidir, şımarıklığa müsamahası yoktur, güzeldir, şıktır, ağzından çıkan her kelime tartılmıştır ve yerli yerine oturur. Üzerinden 30 yıldan fazla geçti ama dün gibi gözümün önünde; tahtanın önünde dimdik postürüyle durup hiçbir şeyi kaçırmayan gözleriyle sınıfı taradığında, herkes sırasında gayri ihtiyari şöyle bir omuzlarını dikleştirip kendine çeki düzen verirdi. Bununla birlikte satır aralarında mizahı olan bir öğretmendi ki onu da yine bilen bilir… Mutena Hanım, öğretmen olmak için yaratılmış gibidir. Eğitmenlikte karar kılarken çok da tereddüt etmemiş nitekim: “Benim Erenköy Kız Lisesi’nde okurken öğretmenim Behice Kaplan’dı, (Ünlü edebiyat tarihçisi) Mehmet Kaplan’ın eşi… Edebiyata zaten gönüllüydüm. İsteyerek ve bilerek Türk Dili ve Edebiyatı’na, eski ismiyle Türkoloji’ye girdim. Çok sıkı, ağır bir eğitimdi. Zaten yüz kişi girdik, yirmi kişi kaldık ikinci seneye… Hocalarımız çok değerliydi. Ali Nihat Tarhan vardı ki bana Divan Edebiyatı’nı sevdiren insandır. Düşün ki bir beyiti açıklamaya dört saat ayırırdı. Severek okudum yani… Edebiyat Fakültesi’nde okurken hocalarımız ‘Biz sizi edebiyatçı yetiştiriyoruz, öğretmen yetiştirmiyoruz’ derdi ama ben öğretmen oldum ve çok da severek yaptım öğretmenliği.” Yani, o örnek olma hâli; oturuşun, kalkışın, hitabın, her şeyinle bir bütün… Bir öğretmen sadece bilgisiyle öğretmen olmuyor. Bilgi tabii ki çok önemli; bilhassa otoritede bilgi önemli. Yani eğer senin yeterince bilgin yoksa istediğin kadar hart hurt de, çocuğa hakim olamazsın. Bana göre otorite bilgiyle sağlanır ama öğretmenlik örnek olmakla başarılır.” Okuttuğu öğrencilerinden kimileriyle ilerleyen yıllarda meslektaş ve iş arkadaşı olmanın gururunu taşıyor: “Bizim okulun müdürlüğünü yapmış olan Güler (Erdur) Hanım var ya, o benim ilk öğrencilerimdendi… Sizin öğretmenlerinizin çoğu benim öğrencilerimdi. Belma (Uyar) Hanım, Mine (Erim) Hanım, Gül (Yılmazkoç) Hanım… Çok var… Eski öğrencilerim, çalışırken arkadaşım oldular. Çok güzel bir duygu; iftihar ediyorsun. Mesela size de edebiyat dersine gelen Müfide (Kocağolan) Hanım ki üstelik onunla aynı branştaydık. Çok güzel bir duygu…” Bahçesine ayak basılan andan itibaren “İyi İngilizce konuşmak için İngilizce düşünmenin öneminin” belletildiği bir okulda, Türkçe’nin sularına yelken açmak, çocuklara ve gençlere anadillerinin hem köşeli hem oyuncaklı inceliklerini sevdirmek kolay olmasa gerek. Mutena Hanım, işin sırrının sevgide düğümlendiğine kani: “Bir şarkıyı dinlersin, dersin ki ‘Uygun söylüyor ama içten söylemiyor; duymuyor…’ Ancak içinden duyarsan karşındakine de duyurabilirsin. Edebiyatı sevdiğimi söyledim ya sana… Kendim yaşıyorum o dizeleri, o anlatılan ruh hâlini, düşünceyi, hisleri… Benliğine mal etmişsen, o zaman karşındakine de çok kolay aktarabiliyorsun. Mesela mezun olan öğrencilerimin bazıları gelip bana ‘Biz divan edebiyatının küf kokulu sandıklara benzetildiğini duyduk’ demişlerdir. Bazıları öyle anlatıyormuş; ‘Küf kokulu sandığı açıyoruz’ diye… Halbuki benim için öyle değişik, o kadar güzel bir alem ki o… Divan zor bir edebiyattır. Derse girdiğimde derdim ki; ‘Çocuklar ben bunu size dümdüz okursam hiçbir şey anlamazsınız ve uyuklarsınız. Ama gelin şimdi gözlerimizi kapayalım, bugünde değil, geçmişte yaşayalım.’ Gözler kapanır ve oradaki hayal alemini anlatırsın: ‘Düşünün

RkJQdWJsaXNoZXIy MjIxMTc=