SEV Connect - Kış 2019

58 CONNECT KIŞ İSTANBUL BIENALI KAPSAMINDA “SURET, ZUHUR, TEZAHÜR” ADIYLA BÜYÜKADA’DAKI SOFRONIOS KÖŞKÜ’NDE IŞLERI SERGILENEN HALE TENGER, HER YENI PROJENIN KENDISI IÇIN BILINMEYEN BIR DENIZE YELKEN AÇMAKLA EŞDEĞER OLDUĞUNU, BIR NEVI TABULA RASA ETKISI YARATTIĞINI BELIRTIYOR. Sanatıyla bilinmeyen denizlere yelken açıyor HALE TENGER ( AC I ’ 79 ) İSTANBUL KÜLTÜR VE SANAT VAKFI (İKSV) tarafından bu yıl 16’ncısı düzenlenen İstanbul Bienali, 25 ülkeden 56 sanatçının eserini sanatseverlerle buluşturdu. Etkinlik çerçevesinde işlerini sergileyen isimlerden biri de İzmir Amerikan Koleji mezunlarından Hale Tenger idi. Tenger, 14 Eylül ile 10 Kasım tarihleri arasında gerçekleşen Bienal’de, “Suret, Zuhur, Tezahür” başlığı altında topladığı işlerini Büyükada’da, daha ziyade Taş Mektep olarak bilinen Sofronios Köşkü’nde sergiledi. Sergi vesilesiyle sorularımızı yanıtlayan Tenger, yönünü sanata çevirmesinde ACI’da aldığı eğitimin etkisi olduğunu belirtiyor. “Suret, Zuhur, Tezahür”ün yaratım süreciyle ilgili kısaca bilgi verebilirmisiniz? “Suret, Zuhur, Tezahür”, obsidyen aynalar, ses ve içi su dolu kaplardan oluşan bir açık hava yerleştirmesi. Proje, uzun bir araştırma ve üretim süreci sonunda ortaya çıktı. Bahçede obsidyen aynalara ve sulara düşen yansımalar eşliğinde bu proje için yazdığım şiirsel bir metnin seslendirmesi duyuluyor; söz konusu metin, daha önce yaptığım bazı araştırmalara ve okumalara dayanıyor. Bu okumalarım arasında; Eduardo Kohn’un “How Forests Think: Toward an Anthropology Beyond the Human”, Lao Tzu’nun, Ursula K. Le Guin’in tercümesi ve notlarıyla yayımlanan “Tao Te Ching” ve MÖ 200’lü yıllarda filozof Theopharastus tarafından yazılmış, botanik üzerine günümüze ulaşan en eski yazılı belge olarak bilinen “Inquiry into Plants” adlı kitapları var. Metinde yer alan botanik tekniği, yani “bilezik alma”, ilk defa yazılı olarak bu kitapta yer alıyor. Theophrastus kitabında, ağaçların dış kabuğunun çepeçevre yarılmasıyla daha çabuk, daha büyük ve daha tatlı meyve elde edilen bu tekniği “ağaçların cezalandırılması” olarak tanımlıyor. Obsidyen taşından aynaları neden özellikle kullandığımı da kısaca açıklamak isterim: Tarihe baktığımızda, bilinen en eski ayna olarak, Çatalhöyük buluntuları arasında yer alan ve MÖ 5000-6000’lere tarihlenen ilk obsidyen ayna karşımıza çıkıyor. Obsidyen aynı zamanda kehanet taşı olarak da biliniyor. Ayrıca şifa verici özellikleri olduğuna dair de inançlar var. Hem yer aldığı mekân ve işitsel yönüyle hem de obsidyen aynalar ve su dolu kaplar üzerinden izleyicisini sarmalayan, Kültür & Sanat

RkJQdWJsaXNoZXIy MjIxMTc=