SEV Connect - Kış 2019
22 CONNECT KIŞ YILLARDIR Johns Hopkins Üniversitesi’nde Nöroloji Profesörü olarak araştırmalar yapan, öğrenci yetiştiren ve hastalara bakan Ahmet Höke, küçük yaştan itibaren araştırmaya, sorgulamaya ve bilime tutkuyla bağlı bir isim. Onun bu tutkusu, yaptığı çalışmalara da yansıyor. İnsanların geçirdikleri hastalıkların yaşam kalitelerini en az derecede etkilemesine vesile olacak araştırmalar yapan ve beş-altı yıl içerisinde kullanıma sunulması planlanan yeni bir ilaç üzerinde çalışan Höke, bu girişimleri nedeniyle 2019 yılının Dr. Nejat F. Eczacıbaşı Tıp Ödülleri’nde “Tıp Bilim Ödülü”ne değer bulundu. Höke, yaptığı çalışmaları dergimize anlattı. İlk olarak, Tıp BilimÖdülü’nün hangi çalışmalarınız nedeniyle verildiğinden başlayabilir miyiz? Böyle bir ödül almak size neler hissettirdi? Öncelikle böyle büyük bir tıp ödülüne layık bulunduğum için çok onurlandım. Küçüklüğümden beri hayalim, araştırma yapmak ve yaptığım araştırmaların insanlığa faydasını görebilmekti. Benim çalıştığım alan periferik sinir sistemi üzerine. Periferik sinirlerin nasıl dejenere olduğunu ve nasıl rejenerasyon edebileceğimiz üzerine çalışıyoruz. Çalışmalarınızın hastalar için nasıl bir önemi olduğunu biraz daha ayrıntılı açıklayabilir misiniz? Periferik sinir sistemi, omuriliği ve beynimizi vücudumuzdaki kaslara ve diğer organlara bağlar; tıpkı elektrik kablosu gibi. Bir sürü değişik hastalık nedeniyle bu sinir lifleri dejenere olabilir. Bunlar arasında en yaygını diyabettir. Diyabetli hastaların ayaklarında ağrı veya güçsüzlük olduğunda, bunun nedeni sinir liflerindeki dejenerasyondur ve bu tür hastalığa periferik nöropati (PN) denir. PN aynı zamanda kanser kemoterapisinin yan etkisi olarak da görülür. Bunu engelleyebilecek yeni bir ilaç üzerinde çalışıyoruz. Eğer hayvanlarda gördüğümüz gibi etkili olursa, bulduğumuz bu ilaç kanser hastalarında kemoterapinin yan etkisini, dolayısıyla hastalarda ağrı ve güçsüzlüğü engelleyecektir. Bu çalışmanız ne zaman hastalar üzerinde kullanılmaya başlanacak? Şu anda çalışmalarımız hâlâ klinik öncesinde. İki yıl içinde insanlarda denemeye başlamayı planlıyoruz, ama ondan önce ilacı insanlarda kullanılacak kalitede üretmemiz ve büyük hayvanlarda yan etkisi olup olmadığına bakmamız lazım. İlaç geliştirmek yavaş bir süreçtir. Bu ilacı bulmamızın üzerinden neredeyse 10 yıl geçti ve eğer her şey iyi giderse, piyasaya sürmemiz beş-altı yıl sonra olacaktır. İnsanlarda denemeye başladığımızda önce yan etkisini araştırmamız (Phase/Aşama 1), sonra hangi dozda vereceğimize bakmamız (Phase/Aşama 2) ve en nihayetinde yüzlerce hastada etkili olduğunu göstermemiz lazım (Phase/Aşama 3). Johns Hopkins’teki araştırma ortamınızdan ve ekibinizden biraz bahseder misiniz? Benim araştırmalarıma yurt dışında devam etmek istememin en önemli nedenlerinden biri, Johns Hopkins’teki ortam. Büyük bir üniversite olduğu için birlikte çalışabileceğiniz, danışabileceğiniz birçok bilim insanı var; cutting-edge (ileri teknolojilerle) ile araştırma yapmak için en iyi ortamlardan birisi. Araştırmaya ve bilim insanlarına değer veriliyor. Johns Hopkins’e nöroloji ihtisası için gelmiştim. Vize nedeniyle iki yıllığına Kanada’ya nöromusküler üst ihtisası için gittikten sonra, 1999’da Johns Hopkins’e hoca olarak döndüm ve burada kaldım. Başka yerlere gitmek için çok fırsatım oldu, ama buradaki ortamı başka yerde bulmam zor olacağı için değiştirmek istemedim. Laboratuvarım adeta Birleşmiş Milletler gibi, dünyanın her yerinden insan var. Şu an yanımda Amerikalı, Çinli, Koreli, İngiliz ve Türk elemanlar çalışıyor. Önümüzdeki dönem için araştırmalarınız nasıl şekillenecek? Geliştirdiğimiz ilacı kliniğe kadar götürebilmek için bir firma kurmak üzereyim. Bu firma, ilaç geliştirme işini bilen insanlardan oluştuğu için, onlar devam edip ilacı kliniğe getireceklerdir. Ben akademisyen olarak ilacın hangi mekanizmayla çalıştığını ve bu mekanizmanın diğer nörolojik hastalara faydası olabileceğini araştırmak istiyorum. İlk etapta çalıştığımız alan Multiple Sclerosis (MS) dediğimiz hastalık. Bu hastalıkta santral sinir liflerinin dejenerasyonunu engellemeye çalışacağız. Hem araştırma yaptığınızı hem hastalarla ilgilendiğinizi hemde öğrencilere eğitimverdiğinizi biliyoruz. Bu kadar yoğun bir tempoyu nasıl yürütüyorsunuz? Bizim üniversitenin tri-partite misyonu var: Hastalara bakmak, eğitim vermek ve araştırma yapmak. Kolay olmasa da bu varyasyon beni meşgul tutuyor ve işime her gün hevesle gitmemi sağlıyor. İnsan bir işi tutkuyla ele alırsa; o zaten iş olmaz, severek yapar. Ben çocuklarıma ve öğrencilerime hep aynı tavsiyeyi veririm: Tutkulu olduğun bir alanı bul, iş ve başarılar sonradan gelir. Bu tempoya bir de bilimsel yayıncılık “İNSAN BIR IŞI TUTKUYLA ELE ALIRSA; O ZATEN IŞ OLMAZ, SEVEREK YAPAR. BEN ÇOCUKLARIMA VE ÖĞRENCILERIME HEP AYNI TAVSIYEYI VERIRIM: TUTKULU OLDUĞUN BIR ALANI BUL, IŞ VE BAŞARILAR SONRADAN GELIR.”
RkJQdWJsaXNoZXIy MjIxMTc=