SEV Connect - Kış 2018
CONNECT KIŞ 21 Amerikalı hocalarla durumnasıldı? Bazı Amerikalılar nasıl gelmişler, düşündükçe şaşırıyorum. MeselaMister King adlı siyahi bir hocamız vardı. Bize bir keresinde altın bir top gösterdi. Amerikan Futbolu’nda yılın sporcusu seçilmiş. Biz bunu önemsemedik. Amerika’ya gittiğimde yılın sporcusunun ne kadar önemli bir şey olduğunu gördüm. King, işte oraları bırakıp Türkiye’ye gelmiş. O zamanlar Amerika’da ciddi bir ırk ayrımı vardı, değil mi? 1955’te Teksas’a gittim. Teksas futbol takımı, siyahilerle final oynayacaktı. Vali televizyona çıktı, maçı yasakladığını söyledi. Sebebi şuydu: “Bizimbeyaz çocuklarla siyahlar temas edecekler”. King ile ilgili bir anekdot anlatayım. Bir gün, hoca derse gecikince sınıfta gürültü yaptık. King geldi, yan sınıftaymış. Bize “yapmayın” dedi. Fakat gürültü devam etti. Bir kez daha geldi ve şunları söyledi: “Siz Türkler, bozkurda benziyorsunuz. Karnınızın doyması, sizin için yeter”. Marshall yardımını kastetmişti. Kıyamet koptu. Bayrak asıldı. Kontratı sürmesine rağmen birkaç ay sonra dönmeye karar verdi. Bir konuşma yaptı ve “Benim Türklere karşı olumsuz bir düşüncemin olmasına imkân yok. Çünkü hayatımda ilk defa burada rengimi unuttum” dedi. TAC’ye ırkçılık giremedi yani… Evet. Hollywood o sıralar Japon aleyhtarı filmler yapıyordu. Savaştan çıkıp okula gelmiş hocalar, “Bu filmlere inanmayın. Japonlar o kadar zalimdeğillerdi. Onlar ne kadar zalimse, biz de o kadar zalimdik” derlerdi. Amerika’da, Japonları aşağılamak için söylenen “Jap” kelimesi yasaktı. Okul yöneticileri, “Bu bir ülkeye hakarettir. Savaşta iyi ve kötü yoktur” derlerdi. Bir de Marshall yardımı başlamıştı. Bu, herkesin hoşuna gitti. Bize, “Amerika sizin kara gözleriniz için yapmıyor bunu, kendi savunması için veriyor. Minnettar olmanıza hiç gerek yok” derlerdi. TAC'deki müdürlermeşhurdur. Sizin döneminizinmüdürü kimdi? Mr. Woolworth. Enteresan bir adamdı. Türkçe biliyordu. Bize, “Hocalarla tartışıp boşuna ceza almayın. Ne sorununuz varsa, bana gelin” derdi. Bir gün Study Hall’de oturuyoruz. Bir cümle ettim arkadaşıma. Pencereden “One plus one” dedi. Dört tane plus birikirse, evinize ihtar giderdi. Neyse, ortadan kayboldu. “Yahu ben bir kelime söylemedim” dedim. Bu kez, öbür taraftan çıkıp, “Ersoy, two plus two” dedi. Bu beş dakika içerisinde iş four plus four’a kadar vardı. Odasına gidip “Benim bir hocayla ilgili şikâyetim var” dedim. “Buyurun, hoca kim?” diye sordu. “Mr. Woolworth” dedim. “Ne yapmış” dedi, anlattım. “Bir dakika. Kendisiyle bir konuşayım” dedi. Arkasına yaslandı, gözünü kapadı. Sonra, “Kendisiyle konuştum. O gün karısıyla tartışmış. Haklısınız. Bunu two plus two’ya indiriyorum” dedi. Yani bir adalet vardı. Başka bir anı daha anlatayım. Okuldan çıkmak çok zordu. Aramızda konuştuk. “Bu adamların bam teline basalım” dedik. Cuma namazına gitmek istediğimizi söyledik. Karşı çıkacak diye düşündük. Tam tersine, “Bakın şu kadar senedir buradayım hiç bu kadar mutlu olmamıştım. Dini vecibelerinizi yerine getirmek istiyorsunuz. Olur elbette. GiderkenMr. Maynard’ı da yanınıza alın” dedi. Başka anekdotlarınız da varmı? Var tabii. Örneğin bizim okula Miss diye gelen bir kadın, minimum 70 yaşında olurdu. Son sınıftayken Mr. Maynard sınıfa gelerek yeni kimya öğretmeni Miss Nilson’un bir hafta gecikeceğini söyledi. Bir hafta sonraysa yanında genç bir kızla geldi ve “kimya öğretmeniniz” dedi. 28 yaşındaymış, bütün sınıf şoke oldu. Millet öyle bir bakıyor ki, ilk gün ders veremedi. Öğrenciler yanından geçerken neler söylüyor neler… Bir süre sonra, yemek yerken arkadaşlardan biri bir şey anlatıyordu. Türkçe konuşmak yasaktı ve kelimenin İngilizcesini bulamadı. Miss Nilson, o kelimenin hem Türkçesini hem de İngilizce karşılığını söyleyince hepimiz çok şaşırdık. Meğer ilkokulu, ortaokulu ve liseyi Türkiye’de okumuş. Benim de Robert Kolej’de olduğum dönemde bir süre Arnavutköy’de hocalık yaptı. Üsküdar’da bir toplantı vardı ve beni arayıp “beraber gidelim” dedi. Ben, kendisine bir özür borcum olduğunu söylediğimde, o yılları kastedip gülerek, “Hayatımda hiç o kadar iltifat almadım” dedi. Ancak bana “sizi en çok etkileyen ders hangisi” diye sorarsanız, Art Appreciation derim. Miss Pringle sınıfa girer, “Expressionism” diye bir akım var diyerek onu kısaca tarif eder, sonra yanında getirdiği plaktan ekspresyonist bir bestekârın müziğini çalar ve önemli noktalara dikkat çekerdi. Ardından duvara astığı tabloda “Fırça darbelerine, ışığa bakın” der, bunu tamamladıktan sonra da aynı ekolden bir şiir okurdu. Herkes ne kadar yararlandı bilmiyorum, ama benim için harikaydı. Sporla yoğrulmuş bir yaşam Uğur Hoca’yı Boğaziçi Üniversite’deki odasında ziyaret ediyoruz. Oturduğu koltuğun arkasında Mete Akyol tarafından yapılmış, bir ‘şaka – gazete’ yer alıyor. Bir başka siyah beyaz fotoğrafta Uğur Hoca’yı futbol oynarken görüyoruz. “Gündüz Kılıç’ın Galatasaray’ı çalıştırdığı yıllar” diyor. Aynı zamanda Şükrü Gülesin’in Lazio’da İtalya gol kralı olduğu dönem. Çok güçlü bir takımları olduğunu ve Galatasaray’ın profesyonel takımını üst üste iki kez yendiklerini söylüyor. İlk maçı 2-1 kaybeden Galatasaraylılar, “Sizi ciddiye almadık. O yüzden yenildik” demişler. İkinci maçı da 3-2 kaybedince söylenecek sözleri kalmamış.
Made with FlippingBook
RkJQdWJsaXNoZXIy MjIxMTc=