SEV Connect - İlkbahar 2020

54 CONNECT İLKBAHAR • Neşe Yörük Kınay, tıpkı birçok mezun gibi birlikte üretmeyi tercih ediyor ve arkadaşlarıyla birlikte Patchwork yapıyor. Çınarlar sandviçler yapar; muz, elma gibi meyveler satardık. Co-op öğretmenimiz, sevgili hocamız Güzin Teker’di. Ondan hem çok korkar hem de onu çok severdim. Orada günlük nöbet tutar, satışları da biz yapardık. Belki bizim zamanımızda o kadar fen öğrenmiyorduk, ama “Space Geometry” okuduk, o zaman hangi okulda böyle bir ders vardı? Albümlerde oynadığın tiyatro oyunları görüyorum, bunlar da bizim okulda mı? Hayır, bunlar okulda değil… Ben hep tiyatroya ilgi duyuyordum, hatta ortaokuldan sonra anne babamdan gizli olarak konservatuar sınavlarına girdim. Kazanırsam onları ikna edebileceğime inanıyordum, ama öyle olmadı, kazandığım haberini anneme söylediğimde, babam kıyameti kopardı! O zaman başlamadan biten tiyatro tutkumu, 20 yaşlarında hayata geçirecek bir imkân buldum. Üsküdar Halkevi’nde tiyatro kolu vardı o sıralar; o güne kadar tanımadığım, bilmediğim, ama deneyimli tiyatrocular olduklarını öğrendiğim hocalarla ders yaparak, dört sene boyunca çeşitli oyunlar sahneye koyduk... Peki, okuldan sonra iş hayatına girişin nasıl oldu, hangi konularda çalıştın? Okul sonrası birçok arkadaşım çalışmaya başladı. Ben de tutturdum çalışacağım diye. Çalışmanın ciddiyetinin de farkında değilim. Nasıl ki, herkes okula gidiyor diye ben de okula gitmek istedim, herkes çalışıyor diye çalışmak istiyorum. Tabii ev halkı karşı çıkıyor. Ne lüzumu var? Babam, 1963 ilkbaharında vapurda çocukluk arkadaş Cemal Alagöz’e rastlıyor (Kızı Ufuk da 1966 Üsküdar mezunudur). Kendisi Doğan Sigorta’da Muhasebe Müdürü’ymüş. Babam beni şikâyet edip, “Tutturdu çalışacağım diye, ne lüzumu var, sağlığı hiç iyi değil,” demiş. Birkaç hafta sonra, bir pazar günü Cemal Bey bizim eve geldi. Muhasebe servisinde bir yer boşalmış. “Neşe gelsin, ben ona göz kulak olurum,” dedi. Ben sevinçten havalara uçtum. 29 Nisan 1963 Pazartesi sabahı, babamla birlikte Karaköy meydanındaki Minerva Han’ın görkemli kapısından içeriye girdik ve 9 Nisan 2004’e kadar, 41 yıl sürecek serüven böyle başladı. Hayli uzun bir süre… Evet… Bana muhasebe servisinin girişinde küçük bir masa verdiler. Önüme bir sürü zarf yığdılar. Bu zarfları açacaksın, kontrol için teknik servise yollandı. İnsanlarda bir şaşırma, bir hayret. Kısa sürede şirkette meşhur oldum. Doğan Sigorta, bir okuldu. Şefim ve genel müdürüm bana çok destek oldular. Bilgimi geliştirmek için kurslara, okullara yolladılar. Hiç bilmediğim konuları öğrendim. Öğrendikçe çok sevdim, tiryakisi oldum; sigortacılığın beyni “Reasürans” konusunda ihtisaslaştım. Mecburi reasürans anlaşmalarının yapılması esnasında, yurt dışındaki reasürörleri ziyaret edip görüşmeler yaptım. Uluslararası dostlar edindim. Yıllar içinde reasürans müdürü, teknik müdür ve teknik müşavir olarak görev yaptım. Çok öğrenci yetiştirdim. Bana verilenleri, bizden sonrakilere aktarmaya çalıştım. Genel sigorta bilgileri ve reasürans konularında dersler ve eğitimler verdim. İşimin yanında 14 yıl boyunca, mesleki gazete ve dergilerde köşe ve sayfa yazarlığı yaptım. Çok güzel anılar biriktirdim. 41 yılı tamamlarken, yorgunluktan bitkin ama mutlu olarak iş hayatımı noktaladım. Bu arada, 2015 yılı başında, 72 yaşımda iken, daha önceleri birlikte çalıştığımız genel müdür yardımcısı bir dostumun talebiyle üç ay boyunca bir şirketin 2015 Treteleri’nin (Mecburi Reasürans Anlaşmaları) yapılmasına yardım ettim. “Bende hâlâ iş varmış” diye kendimle gurur duydum. Üsküdar Amerikanlı olmaktan hep gurur duydum. Hayatta bana çok kapılar açtı. “OÜsküdar Amerikanlı, o yapar” diye sorumluluklar verildi bana… şu deftere işleyeceksin. Anlattıkları şekilde zarfları açıp, deftere yazıp, ilgili kişilere iletmeye başladım. Üç gün, beş gün, bir hafta... Sonunda isyan ettim. Ben hep bunu mu yapacağım? Hiçbir şey öğrenmiyorum! Daktilo yazan bir hanım vardı. İki parmağıyla mektuplar, ekstreler yazardı. Belki ilkokul diploması bile yoktu, bilemiyorum. Bana ilk dersimi verdi: “Sen onları kaydederken okuyor musun?” dedi, “Yooo” deyince de, “O zaman bu serviste neler olup bittiğini nasıl öğreneceksin?” Çok utandım. Ve okumaya başladım. Anlayamadığım o kadar çok şey vardı ki; şefimize soruyorum, o da bana anlatıyor. Bazılarını öğrenmekte zorluk bile çekiyorum. Zira bunlar okulda öğretilmiyor. Bir gün benim işimle ilgili bir mektup yazılması gerekti. “Müsvedde yap, MükerremHanım’a ver, o yazar” dediler. “Niye ben yazmıyorum” deyince de, “Yazabilir misin?” diye sordular. “Evet” yanıtını alınca kocaman şaryolu bir daktilo bulup getirdiler. Sildim, temizledim. Okulda öğrendiğim şekilde kâğıtları yerleştirdim. Parmaklarımı tuşlara koyup, derslerde öğrendiğimiz sistemle yazmaya başladım. Servisteki 10 kişi beni izliyor, “Vay be, hem de 10 parmak yazıyor,” diyorlardı. Londra’daki bir reasüröre İngilizce mektup yazılacak. “Sen müsvedde yap, teknik servise yolla, onlar yazarlar” dediler yine. “Neden ben yazmıyorum?” deyince de “yazabilir misin” sorusu geldi. Ve mektup yazıldı, Neşe Ablanın şiir defterinden… Dünyamız bir büyük sofra Tatlı, tuzlu, acısıyla Her birimiz bir ucundan yiyoruz lokma lokma Tanrı yaratmış bunları kullar nasiplensin diye Uzat elini sen de ye Ama bu hırs, telaş niye Üşüşme bal üstünde azgın arılar gibi Çekinme daldır kaşığını sen de Al nasibini Ne hep bana ne hep sana Yiyelim birer lokma Paylaşalım kalanları Doymasan da aç kalkma Az ise tabaktaki aş Koş, uğraş, bekleme versinler diye Çalış, çabala Neşesiyle, hüznüyle bu sofra hepimizin Tatlısıyla, tuzlusuyla Bu sofra hepimizin

RkJQdWJsaXNoZXIy MjIxMTc=