SEV Connect - İlkbahar 2020

CONNECT İLKBAHAR 53 Neşe Ablacım, öncelikle ilk başlara dönelim, bize biraz çocukluğunu, Üsküdar Amerikan’a giriş hikâyeni anlatırmısın? Ailen bu okula nasıl karar verdi? 1943 Diyarbakır doğumluyum, sonra kısa bir Denizli ve Eskişehir bölümü de var. İlkokula Siirt’te başladım. Baba subay olunca çocukların kaderi de böyle çiziliyor. Henüz altı yaşımdayken, “okula gideceğim” diye tutturdum. Okul müdürü, “yaşı küçük, alamam” demiş. Kesinlikle içime sindiremedim. Okul müdürünü, Paşa’ya şikâyet etmeye karar verdim. Paşa, çok güçlü bir insan… Kılıcını çekip, “Neşe’yi okula alacaksın,” diyecek diye inanmıştım! Bir gün Paşa'yı Askeri Mahfel’in bahçesinde, kocaman hasır koltuğunda otururken yakaladım, karşısına dikildim. Aramızdaki diyalog şuydu: - Beni okula almıyorlar! - Neden almıyorlar? - Küçükmüşüm. – Sen de büyüyünce gidersin. Ne kadar bozulduğumu, hayal kırıklığına uğradığımı anlatamam. Ama pes etmedim. Paşa’nın o kocaman hasır koltuklarından birine, bazen de asker elbisesi giymeyen bir amca otururdu. Bu sefer şansımı onunla denedim. - Beni okula almıyorlar! - Neden almıyorlar? - Küçükmüşüm. - Kaç yaşındasın bakayım? - 6 yaşındayım. - O kadar da küçük değilmişsin canım! İşte bu... Ne iyi bir amca. Birkaç gün sonra okula kaydım yapıldı. Zira o amca, Siirt Valisi imiş… Amerikan Kız Lisesi’nde okumam ise annemin hayaliydi. Siirt’te karşı komşumuzun kızı Soley Oben (Arsoy-UAA’56), İzmir Amerikan Kız Koleji’nde yatılı okurmuş. Yaz tatilinde Siirt’e gelirdi. Annem çok özenirdi. Ama Siirt nere, İzmir nere? Bazen mucizeler oluyor. Kader bizi bir yerden alıp sürüklüyor. 1950 yılının Temmuz ayında, babam İstanbul’a tayin oldu ve Bağlarbaşı’na taşındık. Annem öğrenmiş ki, Bağlarbaşı’nda bir Amerikan okulu var; 4 ve 5’inci sınıfları pekiyi ile geçen kızları alıyorlar. Hemen gerekli teşebbüsler yapıldı. Okulu gidip gördüm. Bahçesi ne kadar güzel! Salkımlar, erguvanlar açmış. Her taraf mis gibi çiçek kokuyor. İçim pek ısındı. Ama diyorum ya, kader. Allah annemin dualarını kabul etti, hatta İzmir’den Üsküdar’a transfer olmuş Soley Ablayla aynı okulda okumam bile kısmet oldu. O zamandan beri Bağlarbaşı’nda oturuyorsun, neredeyse 70 seneden beri. Bağlarbaşı o zamanlar nasıldı? Bir çocuğun gözünden bizim okulu anlatır mısın? Bağlarbaşı o zaman boş bir yerdi, okulun etrafında şimdi gördüğünüz siteler, spor salonu ve kalabalık binalar yoktu. Sadece Vakıf Sokak’ın köşesinde şu anda bulunan ahşap bina vardı; biraz önündeyse yazlık sinema. Bir de orada meydana yakın bir çay bahçesi, içinde akasya ağaçları ve altlarında birer küçük masa vardı, ben en çok orayı severdim. Bugün havuzun (süs havuzu) olduğu yerden baktığınızda, tramvay deposunun duvarını ve okulumuzun kocaman kapısını görmek mümkündü. Bahçe kapımızın değişmez Doorman’i (bekçisi) Halil Efendi idi. Onca öğrencinin isimlerini tek tek bilirdi. Sürekli güler yüzüyle “günaydın” ve “iyi akşamlar” diyerek bizleri karşılar ve uğurlardı. Biz hazırlıktayken Martin Hall inşa halindeydi. Auditorium’un olduğu yerdeki boşlukta inşaat malzemeleri vardı. Çiğdem Tuğ (UAA’62) ile birlikte kumdan şeytan minaresi yapar, midye kabuğu toplardık; yaşlar 11-12. Bugün spor salonunun bulunduğu yerde, kırmızı ahşap bir tiyatro salonumuz vardı: Good old Chapel! Eskimiş tahta kokardı. Okulun ambleminde yer alan bahçe kapısının tam karşısından girilirdi Chapel’a. Girişte orgumuz bulunurdu. Auditorium daha sonraki yıllarda yapıldı. Bahçe tarafından girişli birkaç sınıf olduğunu hatırlıyorum. Galiba bütün Special C’ler o binada öğrenim görürdü. Chapel’ın altında bir de Sewing Room vardı. Special A’ların değişmez sınıfıysa bugün müzik odası olarak kullanılan, bahçedeki Round House idi. Sence bizim okulda neler farklıydı, diğer okullara göre? Bizim okulda, başka okullarda olmayan şeyleri öğrenirdik. Bak sana, o zaman Hazırlıktaki Art defterimi getireyim. (Neşe Ablanın yaklaşık 70 senelik Art defterine inanamıyorum, hayranlıkla sayfalarını karıştırıyorum… Defterde, değişik ressamların tabloları ve hem ressamla ilgili bilgiler hem de tabloyla ilgili yorumlar yer alıyor. Birkaç sayfasını sizlerle de paylaşıyorum…) İşte bak, Üsküdar Amerikan bunları veriyor insana... 12 yaşında, hangi okulda böyle bir sanat eğitimi verilir; hem sanatçıları hem eserlerini öğrendiğimiz bir ders. Sana bir hikâye anlatayım; okuldan yıllar sonra bir gün İspanya’da, Toledo’da geziyoruz; El Greco’nın evini, müzesini görüyoruz… Katedral ziyaretini bitirip kapıdan çıkarken rehberimiz diyor ki, “El Greco, resimlerini hiç imzalamamıştır.” Benim içim rahat etmiyor, tam çıkarken dayanamayıp diyorum ki, “Aslında imzalamıştır, bir imza gibi değil de, resimlerde yer alan kahramanların ellerini özel bir tutuş biçimi vardır, resme bakıldığı zaman ellerinin hareketinin arasında imzası saklıdır.” Ben böyle deyince, herkes geri dönüp tekrar o imzaları inceledi. Ben bunu nereden hatırlıyorum; Lise 1'deki History of Art öğretmenimiz Mrs. Cambell bunu bize öğretmişti. Hatta bu notu, sarı yapraklı defterin kenarına yanlamasına yazdığımı bile hatırlıyorum! Biz çok disiplinli bir aile olmamıza rağmen, tam sofra adabını okuldaki yemekhanede öğrendim. Sofraya oturunca çatal bıçağın nasıl kullanılacağını, çorbanın nasıl içileceğini, herkes başlamadan yemeğe başlanmayacağını bizim yemekhanede gördüm. Hepimizin belirli birer masası vardı, yemekler okulda pişer, masa öğretmenimiz servis yapar, ortaya servis tabaklarıyla yemek gelirdi. Hepimizin peçeteleri, üzerinde ismimiz yazan peçete halkaları vardı. O zaman çok ilgimi çeken bir detay, yemekhanenin arka tarafında, kocaman, içine girip gezebileceğimiz büyüklükte bir soğuk hava odası vardı. Ben orayı nereden biliyorum? Co-op kolunda, sandviç yaptığımız salamlar o dolapta dururdu. Her girdiğimde şaşırırdım böyle oda gibi bir buzdolabı olmasına. O zamanlar kooperatifi öğrenciler çalıştırırdı. Kendimiz • Neşe Yörük Kınay (sağda), Üsküdar Amerikan Lisesi'nde öğretmeni ve arkadaşıyla birlikte.

RkJQdWJsaXNoZXIy MjIxMTc=