SEV Connect - İlkbahar 2018

CONNECT İLKBAHAR 43 tamamlıyor. Biraz dikkatlice bakınca, bizim kuşaktan Talas Tarsus mezunlarının arasında, Robert Kolej’e göre yurtdışında, Amerika’da sosyal bilimler alanında lisans ve doktora yapmaya gidenler, göreli olarak daha az. Hem okulların hem de ülkenin hâletiruhiyesi, eğitime rengini veriyor. İnsanın aklına çakılı kalan iki figürden biri Frank A. Stone, diğeri de İbrahim Akış. Frank A. Stone ne yapmak istediğinin tam tekmil farkında. Ayrıca Amerikalı ve Türk öğretmenlerden çok daha donanımlı. Türk Edebiyatı’na bizim dönemdeki edebiyat hocalarından çok daha yakın ve fazlasıyla vakıf. Daha sonra yazdıkları bu durumu tam tekmil gösteriyor. Bir de müdür olduğu dönemde Tarsus Amerikan Koleji’ndeki yönetimi tipik otoriter bir mahiyet taşıyor. Belki de dönemin Türk okullarındaki otoriter müdürlerini andırıyor. İbrahim Akış ise Türk Müdür yardımcısı. Tam o kravat boykotundan hemen sonra -hayret demek ki Amerikalılar da öğrencilerin kravat takmalarına fazlasıyla teşneymiş- okul duvarını aşıp direkten tutunup toprağa basınca, karşımda ceketinin sağ ön cebinde görünecek şekilde Son Havadis Gazetesi’ni taşıyan İbrahim Akış’ı gördüm. Telaşlandım. Hoca rahat bir tavırla motosikletin arkasını göstererek “atla” dedi. Nereye gittiğimi sordu. “Gazete almaya” gittiğimi söyledim. Cumhuriyet, Akşam, Tercüman ve Milliyet gazetelerini aldıktan sonra motosikletle okula dönerken Çırçır fabrikasının karşısında “Ben ineyim” dedim. O aldırış etmedi. Motosikletle herkesin şaşkın bakışları arasında okul kapısından girdik. Hiçbir disiplin müeyyidesiyle karşılaşmadım. Bir de lise bitirme sınavlarında, gepegenç sosyoloji hocasının öğrencileriyle iletişimde sorun yaşadığı için cezalandırma amaçlı muğlak soruları karşısında İbrahim Akış tavrını koyarak: “Arkadaş sorularına bir açıklık getir” dedi. Beni gelmiş geçmiş hocalar içinde en fazla etkileyenlerin başında İbrahim Akış gelir. İbrahim Akış deyince aklıma insaf, vicdan ve merhamet gelir. Ancak gelmiş geçmiş öğrenciler nedense İbrahim Akış’a mesafelidir. Okulla bağlantılı dergilerden birinde İbrahim Akış’la ilgili yazının, belki de tek yazının altında oğlunun adını görünce insanın isyan edesi geliyor. İbrahim Akış, elli küsur sene rötarla ellerinden öpüyorum. Tabii eğitimi şekillendiren bir de dersler. Mahiyeti farklı dersler. Özellikle de ekonomi, felsefe ve psikoloji. Sözü edilen İngilizce dersler ufkumuzu açtı. Bizi Türkiye’deki orta eğitim müfredatında görülemeyecek konularla buluşturdu. İngilizce derslerinde okutulan romanları daha iyi anlamak için Türkçesini bulup okuma eğilimi genellikle yaygındı. Bu kitapların çoğunun Varlık Yayınları’ndan çıktığını fark etmek, Türkiye’nin kültürel ortamıyla okulun kültürel ortamının çakışan noktalarını göstermesi açısından da ilginçti. Hemingway’in neredeyse bütün romanları daha o dönem Varlık Yayınları'ndan yayınlanmıştı. Truman Capote’nin “Çimen Türküsü” de Varlık Yayınları'ndandı. O sıralar Brecht’in “Sezuanın İyi İnsanı” ve “Kafkas Tebeşir Dairesi”ni okumak da önemliydi. Okulun atmosferiyle ülkenin atmosferinin çakışan yönleri vardı yani. Farklı kültürlerin arasındaki mesafenin en iyi anlaşılacağı olaysa modern matematiğin öğretildiği derste yaşandı. Belli bir süre sonra en düşük notları alan birkaç arkadaş, en yüksek notları almaya başladı. Zaman içinde bunun nedeni anlaşıldı. Ardından neredeyse sınıfın tamamının sonradan yazılmış cevap kâğıtları, sınav sırasında yazılan kâğıtlarla, gece yarısı elde fener, değiştirilmeye başlandı. Hoca sınav kâğıtlarını evine götürmeyip yatakhanenin altındaki kattaki dersliklerin yanındaki öğretmenler odasında okuyordu. Mr. McNair öğrencileri sözlüye kaldırdığında, en yüksek not alanların zerre cevap vermediğini gördüğünde bunun nasıl olduğunu anlayamayıp çıldırıyordu. Sınav kâğıtlarının değiştirilebileceğini havsalası almıyordu. Böyle değişik kültürel ortamlardan gelenlerin birbirini etkilemesi mümkün değildi. Sınavdan sonraki edebiyat dersinde tahtada çözülen sınav soruları kâğıtlara geçirilirdi. Herkesler kendisini seçkin ve seçilmiş olarak gördüğü için de, tam puanlık, onluk kâğıt yapmayın diye uyarılırlardı. Belki de uyaranlar bile tam puanlık cevaplar yazardı. Alışkanlıklar kolayına değiştirilmiyor. Önceleri Uygur Kocabaşoğlu ağabeyimizin ve Cemal Bey’in (Özgüven’in) yazdığı mükemmel makaleler, medeni cesaret ve özgüvenin bu okulun kazandırdığı temel vasıf olduğunu söylüyor. Kendiliğinden gelişen kravat boykotu da bunun bir kanıtı. Bir de bizim kuşağın okuduğu dönemin ortamı, insana taklide yönelmeyi ve dünya kültürüne açılmayı pek özendirmiyordu. Şimdi ise fazlasıyla özendiriyor. Dolayısıyla son on yirmi yıldır Tarsus Amerikan Koleji gibi okullar, Amerikan kültürünü yaymak konusunda daha başarılı olmanın ön şartlarını daha bir taşıyor. Bir de öğrencilerin sosyo-ekonomik kökeni bariz bir biçimde farklılaşmış. Bizim zamanımızda mütevazı gelirli bir öğretmen, çocuğunu bu okullarda okutabiliyordu. Şimdilerde pek mümkün değil gibi. Talas’ın da Tarsus’un da kazandırdıklarına ve kaybettirdiklerine zaman içinde farklılaşmış biçimiyle bakmak lazım. Artık yaşanan hayat Amerikalıları daha bir Türkleştirirken, öğrencileri de Amerikalılaştıracak gibi görünüyor. Şimdilerde yaygınlaşan liberallik ve farklılaşan solculuk da bunu tam tekmil makul gösteriyor. Eskilerin, Türkiye’den başka bir yerde yaşamayı düşünmeyen insanların çocukları, yurtdışında yaşamayı düşlüyor, özlüyor ve deniyorlar. Hem de oldukça başarılı oluyorlar. Belki de önyargısız, özgüvenli kendisiyle ve dünyayla barışık dünya vatandaşı oluyorlar. Ama benim “dar” kafam bunu anlamıyor, anlayamıyor. Yahu bu nasıl bir şey Tansu Say kardeşim? Oralardan, ötelerden bir cevap ver de anlayalım. Bilmem hatırlar mısın, seninle dövüşürken önce ben öne geçer tam sen baskın çıkacakken birileri gelir ayırırdı? Bir kavgamıza da tam başlamadan önce İbrahim Akış müdahale etmişti. • "İbrahim Akış'ı TAC'nin unutulmaz simalarından biri olarak hatırlıyorum."

RkJQdWJsaXNoZXIy MjIxMTc=